Post by YeniAy_Ottoman on Jun 27, 2021 19:31:35 GMT
Ulu kurtlar, sohbetimizin ana konusu ve onları iki yönlü ele alacağım. İlki isimlerinin foreshadowing içermesi nedeniyle, kurtların sahiplerinin “gelecekleri” ve “rolleri” hakkında olası yorumlamalar yapacağız ve diğeri de kurtların, serinin ilk kitabı sonunda görünen “ejderha” alameti de olan kırmızı kuyruklu yıldıza verdikleri tepki...
Konuya girmeden önce Martin’in kurtların Stark çocukları ve Starklarla olan bağı hakkında yaptığı açıklamayı okuyalım.
Tüm Stark çocuklarının kurtlarla belirli bağlantıları vardı. Westeros'ta tüm bu büyük ailelerin armaları, taşıdıkları hayvan iddialarında belirli bir miktarda kimlik gerçekliği olduğunu düşünüyorum. Örneğin Lannisterlar kendilerini hep aslanlara benzetiyorlar ve "Beni kükrerken duy!" sloganı, hayata bakış açılarıyla ilgili belirli bir şekilde konuşuyor ama sanırım Starklar için, özellikle bu nesilde, bu ulukurtlar ile bunun biraz ötesine geçiyor. Onlar için kullanışlı bir mecazdan daha fazlası.
Yani Martin, kurt armasının Stark ailesi için basit bir mecazdan öte olduğunu, bilhassa bu Stark çocukları için daha fazlası olduğunu vurgulamış. Bu iki yönlü yorumlanabilir; hane için, daha önceki videoda değindiğim gibi kurtların kış döneminde hükmetmesi, ailenin kendine kış kralları demesi ve gecenin en karanlık ve en uzun dönemine kurt saati denmesi şeklinde bir anlatım sergilendiğini kabul edebiliriz... Çocuklar için ise kurtlarıyla olan bağlantıları sayesinde, o damarlarında akan kurt kanı sayesinde, warg yeteneklerinin tetiklenmesi ve bu hayvanlarıyla olan sıkı bağı sayesinde de kurtların isimlerinin birer foreshadowing olması.
Girizgahı yaptıktan sonra ilk ulu kurdumuz Hayalet ile başlayalım çünkü yorumlaması en kolay kurt, bu. Aslında herkesçe bariz bir işaret barındırmakta. Martin, bir soru-cevapta Hayalet’in Jon’un mevcut durumunu simgelemesiyle ilgili şöyle bir açıklama yapmıştı.
SORU: Ulu kurtlar çocukları yansıtıyor gibi görünse de Hayalet’in bu simgeselliği Jon'un bir şekilde onun çevresindeki insanların bir parçası olduğu, ancak yine de onlardan ayrı olduğu anlamına mı geliyor?
GRRM: Oh evet, bence bu her zaman doğru. Winterfell'de bile kurtlardan önce bir çocukken Jon bir piçti. O tuhaf olandı. Geri kalanların hepsi öz kardeşler. O sadece bir üvey kardeş, bu yüzden onlara o kadar yakından bağlı değil. Bazı durumlarda her şeyi kardeşleriyle paylaşabiliyordu, Robb ve hepsiyle beraber eğitim alabiliyordu ama sonra başka bir durum ortaya çıkar - kral kaleye gelir ve yüksek masada kimin oturabileceğini seçtiklerinde - orada hoş karşılanmadı. Yani o onlardan, ailenin bir parçası, kardeşlerin bir parçası ama o ayrıca biraz ayrı da. Hayalet buna çok benzer. O albino, gürültü yapmayan biri, bu yüzden diğer ulu kurlarla bağlantılı ama ayrıca birbirinden ayrı.
GRRM: Oh evet, bence bu her zaman doğru. Winterfell'de bile kurtlardan önce bir çocukken Jon bir piçti. O tuhaf olandı. Geri kalanların hepsi öz kardeşler. O sadece bir üvey kardeş, bu yüzden onlara o kadar yakından bağlı değil. Bazı durumlarda her şeyi kardeşleriyle paylaşabiliyordu, Robb ve hepsiyle beraber eğitim alabiliyordu ama sonra başka bir durum ortaya çıkar - kral kaleye gelir ve yüksek masada kimin oturabileceğini seçtiklerinde - orada hoş karşılanmadı. Yani o onlardan, ailenin bir parçası, kardeşlerin bir parçası ama o ayrıca biraz ayrı da. Hayalet buna çok benzer. O albino, gürültü yapmayan biri, bu yüzden diğer ulu kurlarla bağlantılı ama ayrıca birbirinden ayrı.
Ned’in Leydi’yi öldürmek için yanına gittiğinde, kurtların “kişilik olarak da” sahiplerini temsil ettiğini fark etmişti. Bu şekilde yaklaşırsak kurtların, sahipleriyle olan bağları da iki yönlü cereyan ediyor; kişiliklerini yansıtmaları ve isimleri vasıtası ile gelecekte onları bekleyen şeylere bir gönderme... Martin’in Hayalet hakkında yaptığı bu açıklama bile “kişilik temsili” meselesini kanıtlamaya yetiyor zaten.
Hayalet’in Jon’un kişiliği-durumunu nasıl temsil ettiğini, Martin’in sözleriyle dinledik zaten, bu kısmı daha fazla irdelemeye gerek olduğunu sanmıyorum, her şey ayan beyan açık. Gelelim “işaret” meselesine.
Jon, sessizliği ve tüylerinin rengi yüzünden Hayalet ismini uygun görmüştü. Lakin biz biliyoruz ki bu isim, bir bakıma, onun geleceğini de mühürledi. Hayalet nedir, sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap bariz; ölen ama yarım kalmış işleri olduğu için, bunlar pişmanlıklar veya intikam isteği gibi şeyler oluyor genelde, ahirete göç etmeyen ve yeryüzünde kalıp, insanlara musallat olan ruhlar olarak tanımlanır. Doğu’dan Batı’ya kadar hayalet hikayeleri yaygın bir konudur ve hepsi de bahsettiğim konu çerçevesinde şekillenir hatta demir ve tuzdan hiç hoşlanmazlar, onlara zarar verir falan... Görüyoruz ki Martin, sadece Jon ile değil, ayrıca Beric ve Cat ile beraber hatta Soğukel ile beraber, bu hayalet mitini bir şekilde kendi serisinde işlemiş. Elbette ki geleneksel bir hayalet hikayesi yok karşımızda, bizim buradaki geri dönen hayaletlerimiz, aslında canlı kanlı bedenlerine geri dönen, tekrar dirilmiş, hayata başlamış insanlar, ortada dolanan ruhlar değil ama onları geri getiren şey de bu yarım kalmış iş meselesi. Jon’un dirilişini konuştuğum videoda bunları ve çok daha fazlasını anlatmıştım zaten, çok tekrara girmeyelim.
Jon’un 5. kitap sonunda ölmesiyle, Hayalet ismi daha bir mana kazandı hatta okuyucular için şüphe getirmez bir yorumlamayı doğurdu. Kurdun isminin Hayalet olması, Jon’un da ölüp, dirilmesi ve bir nevi hayalete dönüşmesini anlatıyor. Şüphesiz ki ölüp-dirilme Jon’un karakter ve hikaye gelişiminde mühim bir mihenk taşı olacak, bu önemli bir durum, Martin için önemli bir durum. En başından beri planlı olan bir mesele... Bu yüzden aslında 1. kitaptan beri Jon’un öleceğinin işaretleri bize vermiş, sadece kurda verdiği isimle değil. Hatırlarsanız Arya, 1. kitabın sonlarına doğru daha küçük yaşlardayken, Rickon doğmamışken, mahzen mezarlarda Jon’un, şaka yapmak için, hayalet kılığına girdiği bir anısını bize anlatıyordu. Bunun dışında Dany’nin Mirri’nin büyüsü sırasında gördüğü kurt ve yanan adam gölgesi, (kesin olmamakla beraber) muhtemelen Jon’un ölümü ve hatta cenazesine bir işaretti ve tatlı işaretler ve ölüm kuramımızda da yola çıkarak 5. kitapta birkaç kere ölüm işareti verilmişti. Elbette bu ölümün Jon üstündeki etkisi ve önemi gibi şeylere burada değinmeyeceğim, bu konu hakkında Jon’un Dirilişi videomu izleyebilirsiniz, eğer izlemeyen varsa...
Nymeria, iki dişi kurttan biri olarak karşımıza çıktı ve seriyi, Leydi’nin ölümüyle beraber, tek dişi kurt olarak göğüslemeye devam ediyor. Bildiğiniz üzere Nymeria ve Arya, Kral’ın Şehri’ine giderken, Mycah olayından dolayı, yollarını ayırmışlardı. Jon’un Hayalet ile bir süre yollarını ayırdığında, bir parçasını kaybetmiş gibi yalnız hissetmesi gibi Arya da kendi parçasını bir süre kaybetmiş haldeydi ve Kral’ın Şehri’inde de gerçekten de yalnız hissediyordu. Bu, kendi kurdundan ayrılan her Stark çocuğun kaderi aslında... 2. kitapta nehir topraklarına döndüğü zaman Arya ve Nymeria hiçbir zaman doğrudan birleşip, bir araya gelmesede ulu kurt, devamlı olarak Arya’nın çevresinde, yakınlarında olmaya devam etti ve ikisi arasındaki bağ güçlendi ve bu, Arya’nın kurt rüyaları görmeye başlamasına neden oldu.
Nymeria hakkında Arya’nın ve Jaime’nin POVlarında sık sık bir şeyler duyduk; 7 cehennemden çıkan sürtük, canavar, bir bebeği annesinin elinden kaptı, insanlara da hayvanlara da saldırıyor, korkusuz, bir sürüye liderlik ediyor, hiçbir kurdun üstüne çıkmasına izin vermiyor, yani çiftleşmiyor, Lannisterlara saldırıyor... gibi gibi gibi. Başta Sülük Lordu’muz Roose Bolton gibi bir çok kişi Nymeria’yı avlamaya çalışsa da başaramadı. Martin’in açıklamasına göre zaten o Nymeria ve sürüsünü, bir amaç için kullanmak üzere bekletiyor. O zamana kadar da dişi kurdumuz, nehir topraklarında Lannister avlıyor.
Şüphesiz Nymeria’yı av olarak Lannister adamlarına odaklanması, Arya ile kurduğu bağlantı ve bu bağlantının neticesinde Arya’nın bu aileye olan düşmanca hisleri... Unutmayın ki Illyn Payne, şu an Nehir Topraklarında ve bu adamın, Martin tarafından boş yere buraya getirildiğini düşünmeyin... Yüksekle ihtimalle Arya, bu adamı, Nymeria bağlantısıyla öldürecek ve listesinden bir isim daha temizleyecek. Aslında burada çok hoş bir ayrıntı var... Parantez açıp, ona da değinmek istiyorum.
Biliyorsunuz Ned Stark’ın öldürülmesine yardım eden birkaç kişiden biri Janos Slytn idi. Ona ihanet edip, adamlarını öldürmüştü hatta bu kişiliksizliği yüzünden Tyrion, adamı Sur’a postaladı. Jon, bu adamı gördüğünde babasının öldürülmesine yardım ettiği için onu öldürmeyi düşlemiş, arasında kan olduğunu söylemişti... nitekim Lord Kumandan olduktan sonra bu fırsatı bulur ve adamın kafasını keser. Martin, Ned’in intikamını almak için, onun faillerinden birini Jon’un yanına gönderdi ve bir diğer katil olan ki doğrudan kafasını kesen kişiden bahsediyoruz; Illyn Payne’yi de Arya’nın, Nymeria aracılığıyla, kolayca ulaşabileceği nehir topraklarına gönderdi. Ve bir diğer ironi ise bu iki adamı da bu iki Stark’ın yanına gönderen-getiren kişinin iki Lannister olması, daha belirgin olursan Tyrion ve Jaime kardeşlerin eliyle olması. Resmen “alın öldürün” demişler gibi. Elbette bununla bitmedi... bir diğer fail olan, emri veren kişi, Joffrey denen psikopatın ölümü de Sansa’nın elinden oldu. Evet, Sansa doğrudan zehri katmamış olabilir ama sonuçta Joffrey için ölümü taşıyan araç konumunda idi. Ben Sansa olsaydım, Joffrey’in ölümünde payım olduğunu fark ettiğimde çok tatmin olurdum hatta zehri kupasına kendim koymadım diye hayıflanırdım da... Sonuç olarak Martin, Ned’in üç failini, Stark çocuklarına öldürtmüş. Geriye Serçeparmak kaldı. Muhtemelen o da Starkların elinden ölecek, hem de o hançerle... aksini yakıştıramam da zaten... Parantezi burada kapatalım ve Nymeria’nın kişiliğine bakalım.
Nymeria, korkusuz, vahşi, acımasız ve ölümcül; sürü kurup, onlara tahakküm kurarak liderlik edip, yeri geldiğinde Starkların ve sürüsünün intikamı için yeri geldiğinde sürüsünü korumak için düşmanlarına saldıran ve onları öldüren bir ulu kurt portresi çiziyor. Avladığı hayvanlar kadar insanları da yemekten çekinmediğini hem başkalarının anlatımıyla hem de Jon’un gördüğü kurt rüyasıyla biliyoruz. Bu da Nymeria’nın kana susamış olduğuna işaret. Arya’ya baktığımızda o da aynı portreyi çiziyor; vahşi, düşmanlarının kanının tadına bakmak isteyen, onları avlamak isteyen; düşman kabul etti ise öldürmekten çekinmeyen hatta plan kuran; intikam ve kana aç; kendi sürüsünü kurmak istemiş ama başaramamış yine de günün sonunda o yabancıların kendi sürüsü olamayacağını çünkü kendi türü olmadığını fark edip, sürüsünün aslında kendi ailesi olduğunun bilince varan bir karakter Arya. Kuzeyde, Starkların geri dönüşü için yapılacak son savaşta Jon ve Rickon kadar Arya’nın bulunacağını düşünüyorum çünkü zaten Martin’in kurtlar, Nymeria ve tazılarla ilgili açıklamaları malumdur. Yani sürüsü/ailesi için savaşan bir karakter resmi var elimizde.
Gelelim kurdun isminin bize anlattığı şeye. Biliyorsunuz Nymeria ismi, Westeros’ta bir hayli ünlüdür. Nymeria, Martell Hanesinin de atası olan, Dorne Fatihi, Rhoynar kökenli, savaşçı prenses ve kraliçe olarak anılan bir kadına ait. Nymeria, ejderha lordlarının Rhoynar'e saldırmasıyla beraber halkını korumak için savaşmış ve onları kurtarmak için gemilerle doldurup, uzun bir yolculuğun ardından Dorne kıyılarına ulaşarak, orası fethetmiş biridir hatta gemilerini yaktırmıştır, halkının geri dönüş olmadığını bilsinler diye. Elbette Martin, bu hikayeyi Emevilerin Endülüs'ü fethinden ilham almış. Yani aslında Dorne Fatihi Nymeria, Endülüs Fatihi Tarık bin Ziya’nın hayat hikayesinden esinlenilmiş dersek, doğru bir yorum olur kanısındayım. Nymeria’nın resmi unvanı prenses. Rhoynar'i yönetenlere prens ve prensesler unvanı verilir, fakat insanlar onu tarihte “kraliçe” olarak anar. Muhtemelen bunun sebeplerinden biri Westeros’taki krallıkların hükümdarlarına kral-kraliçe unvanının verilmesinden dolayı Dorne krallığını yöneten kadının da -kendi bakış açılarında- kraliçe kabul edilmesi. Biliyorsunuz Yabanın kızımız Val için de sürekli “prenses” diyor Stannis ve tayfası ama Sur ötesinde o bir prenses değil ama onlar bunu umursamıyor ve kendi kültürlerine göre konuşuyor. Nymeria ayrıca savaşçı ve cadı kraliçe olarak anılır. Cadı ifadesi muhtemelen Rhoynar insanlarının su büyüsü yapmalarından kaynaklıdır, yani su ile bağlantılı bir karakterden bahsediyoruz. Bunun dışında savaşçı dense de özde eline kılıç alıp, birebir vuruşmaz, daha çok Dany gibi, orduları arkadan yönetir ve yönlendirir, savaş planları yapar. Dorne fethinden sonra ölene kadar, burayı yönetmiştir ve kendini kabul ettirmiştir. Elbette bu süreçte birkaç kere evlenmiş ve çocukları olmuştur. Marteller de onun soyundan gelir ve ona ithafen erkek ataları Martell kadar kadın ataları olan Nymeria’nın ismini de soy isimleri olarak kullanırlar.
Arya da bu kadını rol model aldı çünkü erkek egemen dünyada, Nymeria bir fatihe dönüşmüş, kendi eliyle kazıyarak yukarı tırmanmış, zirveye çıkmış ve hükmetmiştir. Yeri geldiğinde orduları yönetip savaşmış ve zaferler kazanmıştır. Yani Nymeria, başkalarının ona çizdiği kaderi kabullenmek yerine kendi kaderini çizmiştir. Kısacası Nymeria, Arya’nın olmak istediği kişidir, onun gibi kendi kaderini çizmek ister, başkalarının istediği gibi yaşamak istemez. Bu yüzden de kurduna Nymeria ismini koydu. Tabii olarak da bu isim Arya’nın Jon’da olduğu gibi, kaderini mühürledi.
Şimdi Nymeria isminin yorumlarından biri şu; dizi bitince, dizi!Arya’nın gemiye atlayıp kıta keşfine çıkmasını hemen Nymeria’nın gemilerle yolculuk yapmasına bağlamışlardı. Haliyle kitaplarda da böyle olacak diye savunan arkadaşlar türedir. Bu benim eleştirdiğim yorumlardan biridir çünkü çok saçma ve alakasız bir yorum. Her şeyden önce Dan ve David, kurtların isimlerini bir foreshadowing olarak asla işlemediler ve imkan ölçüsünde kurtlara yer vermemek için çok çaba sarf ettiler hatta ilk fırsatta öldürmeyi tercih ettiler, zaten Bran dışında hiçbir Stark çocuğunun sihirli güçleri yoktu, dizide tüm bu sihir etkenini ortadan kaldırılar; nitekim Bran ve Ötekileri çıkartırsak, bildiğiniz orta çağ avrupa döneminde geçen tarihi bir dizi izledik desek yeri... Bir diğer nokta Nymeria, bir denizci yahut kâşif değil, o Rhoynar krallığında hükmeden bir prenses, ejderha lordlarına düşman, onlarla savaştı, onlara karşı halkını savundu ve onları korumak için Dorne’a geldi. Tabii olarak bunu deniz yoluyla yapacak, kıtalar arası geçiş için deniz dışında başka yol mu var? Her denizi kullanana denizci yahut kâşif mi diyeceğiz? Eğer Arya, kurduna Nymeria yerine Elissa Farman deseydi, tamam... o zaman dizideki sonun kitaplarda birebir ya da benzer olacağını savunurdum ama Nymeria dedi. Zaten bir insanın “denizci” damarı küçüklüğünden ortaya çıkar, sittin sene sonra “ay dur ben denizci olayım, kıtalar keşfedeyim” demez. Yazar olarak bunu en başta işlersiniz, sonradan araya bir tane cümle atarak yapamazsınız. Deniz Yılanı ve Elissa Farman’ın hikayesini okuduğunuz zaman zaten bu söylediğim şeyleri ve fazlasını gözlemleyebiliyorsunuz, onlar en baştan beri denize aşıktı ve bunun için her şeyi yaptılar. Arya’da böyle bir karakter gelişimi veya altyapı yok. Bu mesele için bir diğer öne sürülen argüman da Arya’nın Braavos’a giderken bir an gemide bir hayat sürmeyi düşünmüş olması. Tek bir cümleden böyle şeyler olmaz, dediğim gibi bunun altyapısını ta en başta vermeye başlarsınız, ona göre bir gelişim sergilersiniz. Bran’a bakın... ilk sahnede Büvet Ağacından korkan ama hepsi ve fazlasıyla ilişkili olan bir hikaye örgüsü vardı ve sonra olay örgüleri bununla bağlantılı olarak gelişmeye başladı... Jon keza aynı, Dany aynı... hikaye gelişim videolarını boşa yapmıyoruz arkadaşlar, orada hepsine imkan ölçüsünde değinmeye çalışıyorum. Arya’nın bu gemide hayat sürme düşüncesinin aynısını Dany de yapıyor. O da aynı hayali bir an kurmuş ve bu yüzden Viserys’ten dayak yemiş biri. Şimdi bir karakter için tek bir cümle böyle bir yorumlama için yetiyor ise Dany için de yetmesi lazım, kitap sonunda Dany ve Arya el ele verip, kıta keşfine çıkacak diyebilir miyiz? Okuması ilginç ve hoş olurdu aslında ama olmayacağını biliyoruz. Bunlara edebiyatta side-shadowing deniyor. İlk kitapta da Jon’un Arya’ya “daha fazla saklanma, kış geldiğinde parmakların donmuş halde buluruz seni” dediği cümle de bir side-shadowing. Bu, yeni bir shadowing tekniği; karakterlerin, alternatif seçimlerine ışık tutmak için kullanılır. Yani Rhaegar Targaryen’ın tabiriyle yürünmemiş yolları anlatır. Karakterin şimdiki seçtiği yoldan daha farklı bir yol seçebileceğini ve tabii olarak da hayatının ve bu hikayenin çok farklı yönde ilerleyebileceğini okuyucuya anlatmak içindir. Hikaye’de doğrudan bir etki sahibi değildir elbette ama yazarlar bazen okuyuculara, “bak böyle de olabilirdi, o zaman çok farklı bir şey okurdun” demek istediklerinde bunu kullanıyorlar. Çok yaygın olmasa da güzel bir teknil bence. Okuyucu farklı olasılıklar farklı hikayeler üstünde düşünmeye iter. Hani hep yorumlarken soruyoruz; Ned, Serçeparmak’ın ya da Renly’nin teklifi kabul etseydi ne olurdu? Cat, Jaime’yi serbest bırakmasaydı Kızıl Düğün olur muydu? Bunları düşündürür işte.
Gelelim Nymeria isminin Arya’nın hikayesinde işaret ettiği şeylere. Prenses Nymeria’nın genel hayat hikayesini ele alıp, iskeleti kullanırsak eğer...çünkü hiçbir şeyin birebir doğrudan kopyaşa-yapıştır olmasını bekleyemeyiz... hiçbir konuda... o zaman bizim ihtiyacımız olan da genel iskelet yapısıdır. Buna göre Arya’nın kendi sürüsünü yani ailesini ve kuzey halkını savunmak için, korumak için “ejderhalarla” savaşan bir gelişim göreceğimizi söylemek mümkündür. Bu zaten benim şampiyon kuramımın argümanlarından da biri. Kim ne derse desin Daenerys aşk ve barış için Westeros’a gelmiyor; Essos’ta olanlar Westeros’ta olacaklar için bir fragmandı sadece. Haliyle Dany’nin zaten “intikamcı” bir ruh haliyle, tırnak içinde, İşgalci’nin Köpekleri olan Stark ve Lannisterlara saldıracağını tahmin etmek güç değil. Muhtemelen ilk kurbanları elbette Lannisterlar olacak. Starkların ve kuzeyin, Dany’yi meşru hükümdar olarak tanıyacağını, bağımsızlığından vazgeçeceğin, bilhassa bunun için ağır bedeller ödedikten sonra, hiç sanmıyorum. Bu da başka zaman olsa çok iyi dost olabilecek iki karakterin, birbirine düşman saflarda yer almasına neden olacaktır... yani Arya ve Dany’den bahsediyorum. Burada Ayra, Nymeria gibi halkını ejderha lordlarına (bu durumda bu kişi Dany) karşı savunan kişi pozisyonuna giriyor. Elbette Nymeria ilk savaşını kaybetmiş ve halkını alıp Roin’i terk ederek Dorne’a gelmişti ama kuzey halkı için böyle bir şey olmasını beklemiyorum. Zaten daha önceki videomda parmak bastığım noktaları hatırlarsanız ve de Dany’nin Hikaye Sonu incelemesini hatırlarsanız, bu pek mümkün değil. Yani seri sonunda bir Stark hakimiyeti olacak görünüyor... şüphesiz Dany’e karşı savaşacak tek Stark Arya değil ama bizim odak noktamız şu an Arya elbette. Güzel bir ayrıntıya dikkat çekeyim; Nymeria bir cadı kraliçe olarak anılmıştı çünkü halkının su büyüsü kullanması sebebiyle ki roin de nehirleriyle ünlü bir yer. Yani hem kendisi hem de ülkesi bir Yin temsilcisi olarak öne çıkıyor ve Yang temsilcisi ateşiyle öne çıkan Valyria ile savaştı hatta bir savaşta su büyüsü kullanıldı. Arya da yin temsilcisi olarak bir başka yin şehri, sularla kaplı Braavos’ta eğitim görmekte... İkisi karakter de Yin yani... Arya’nın kılıç yeteneği geliştirdiğini biliyoruz; ayrıca Yüzsüz Adamlardan, yüz değiştirme yöntemlerini öğrendiği gibi zehirleri de öğreniyor... nasıl mükemmel yalan söyleneceği kadar karşısındakini söylediği yalanı anlaması öğreniliyor, dil öğretiliyor; Valyria dili de bunlardan biri. Bu ve fazlasını öğrenen bir Arya var elimizde ve tüm bu yetenekleri üç beş gereksizi öldürmek için kullanacağını düşünen varsa, daha önce söylediğim gibi, ne karakteri ne hikayeyi anlamamış, lütfen kitapları daha derinlemesine, yeniden okusun.
Özetle Arya, 2. bir Nymeria edasıyla hikayede yerini alacak. Zaten kişilik olarak da ona benziyor. Nymeria’nın bir kraliçe olmasından dolayı da Arya’nın hikayeyi bir kraliçe olarak tamamlayacağını düşünen hayranlar da mevcut. Lakin bu, daha derin konuşulması gereken başka bir sohbet konusu.
Elbette ki Mycah vakasından sonra Cersei, Joffrey’e saldırmasını bahane ederek, Nymeria’nın öldürülmesini talep ettiğinde kurdun kaçmış olması gerçeği onun umurunda olmuyor. Zira elinde başka bir kurt daha var, Leydi. Elbette şunu sorabiliriz; neden Nymeria yerine Leydi’de ısrar etti? Pektabi olarak üç beş altına Nymeria’yı avlamak isteyecek insanlar bulursunuz. Cersei için bu zor değil ama hedefi Leydi oldu, daha kolay olduğu için mi? Hayr. Cersei sinsi bir kadın ve istediğini elde etme fırsatı bulduğunda bunu yapmak için hızlıca hareket etmesini ve fırsatı değerlendirmeyi bilen biri. Eğer Tyrion’ın Winterfell’deki kardeşleriyle olan sohbetini hatırlarsanız; Cersei, kurtların varlığından çok rahatsızdı ve onları hiçbir şekilde Kral’ın Şehrine gelmesini istemiyordu hatta Tyrion bir kinaye yaparak bunun zor olacağını çünkü kızlar ve kurtların ayrılmaz ikili olduğunu belirtmişti. İşte Cersei’nin Leydi’de ısrarcı olmasının sebebi tam da bu; kurtlardan kurtulma fırsatını buldu ve değerlendirdi; Nymeria’nın peşinden adam göndermeye gerek yok çünkü Nymeria artık şehre gelmeyecek, ondan kurtuldu ama hala Leydi vardı. O da Leydi’de ısrarcı oldu ve sonuç olarak Leydi öldü. Cersei istediğini elde etti. Aslında Mycah sahnesi öncesinde Sansa’nın kraliçenin arabasına davet edildiklerini hatırlattığı kısımda, Arya’nın Nymeria’yı yanında götüremeyeceği için gitmek istemediğini söylemesi ve sohbetin sonunda Sansa öfkelenip giderken Arya’nın arkasından “Leydi’yi de götürmene izin vermeyecekler!” diye ona hatırlatması Cersei’nin yapacaklarına bir işaret gibi olmuş. Martin, kurtları beraberlerinde götürmelerine izin verilmeyeceği sohbetini, bilinçli olarak işaret olsun diye mi koymuş yoksa tevafuk denk mi gelmiş emin değilim ama bir sonraki sahnede olacakları göstermiş gibi geliyor.
Genelde Sansa, Mycah konusunda Joffrey’e yaltaklık yapmayıp, doğrusunu söyleseydi Leydi ölür müydü diye düşünülür. Martin %100 şöyle olur, diye bir cevap vermedi ama bunun “mümkün” olduğunu ifade etti; Robert’ın bir düşünür olmadığını, duygularıyla yönetilen aceleci bir kişiliğe sahip olduğu için öfkesini kurtlar yerine Joffrey’e yöneltebileceğini söyledi ama bir şerh de koyarak Robert’ın evliliğinde de huzuru korumak istediği için kurtlar konusunda Cersei’yi mutlu etmek isteyebileceğini de belirtmişti.
Peki, Leydi ismi Sansa’nın geleceğine dair ne işaretleri barındırıyor? Hatta Leydi’nin ölümü neye işaret? Bunu da sorup, cevap vermemiz gerekir.
İlk olarak ölüm meselesine değinelim. Bazı görüşler, Leydi öldüğü için Sansa’nın da öleceğine hatta bunun Nymeria yerine ölen Leydi gibi; Arya yerine Sansa ölecek şeklinde fikir içermekte. Ben katılmıyorum, yani tamam belki Sansa seri sonunda ölebilir ama Martin’in bunu Leydi’nin ölümüyle işaretlediğinden emin değilim, pek zannetmiyorum, elbette bu yorum da olasılık dahilinde kabul edilebilir ama ben, kurtların hayatta kalmasının veya ölmesinin sahiplerinin yaşayıp-ölmeleri ile ilgili oldukları kanaati taşımamaktayım. Madem yazar, bir kurdu “sahibinin ölümü için işaret” olarak kullanmayı seçmiş, misal ben aynısını Robb için de beklerdim. Zaten son dönemlerde Robb’un bu kurt ve kuzey güçleriyle ilgili görüşleri biraz soğumuştu, son savaşında kurt Robb’u korumak isterken ölseydi... o zaman leydi’nin ölümünü de Sansa’nın ölümüne işaret olarak kabul ederdim.
O zaman bana göre ölümü ne anlatıyor?
Leydi öldükten sonra şüphesiz Sansa oldukça üzüldü ve günlerce ağladı, onu özlediğini zaman zaman gördük. Leydi’nin ölümü için Arya’yı suçladı hatta öfkesi öyle bir boyuta ulaşmıştı ki bir öfke anında onun yerine Arya’nın ölmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti. Martin’e Leydi’nin ölümü sonrası Sansa’nın durumunu sorduklarında “o şimdi biraz başıboşluğa sürüklendi” diye cevap vermiş ve Arya’nın da Nymeria ile yollarını ayırdığına dikkat çekmişti. Elbette Sansa’nın aksine Arya’nın durumu geçiciydi ve Nymeria hala hayatta ama Leydi öldü. Ned’in hamlesinin boşa çıkıp hain duruma düşmesi sonrasında Cersei’nin Sansa’yı Robb ve annesine mektup yazmaya ikna etmesi sonrasında Robb mektubu okuduğunda çok öfkelenir ve nasıl bu saçma şeyleri yazabildiğini ve neden Arya hakkında tek bir kelam etmediğini sorgulayarak Sansa’ya kızgınlığı gösterip “neyi var bu kızın?” diye sorar. Bran’ın cevabı ise çok manidar ve düşündürücü; “Kurdunu kaybetti.” der.
Kurdunu kaybetti, diyerek Bran ne demek istiyor? Aslında birçok yoruma açık bir söz. Yani falanca şöyle derken filanca kişi de şudur diyebilir. Ben kendi düşüncelerimi ifade edeceğim, buna benzer bir yorum görmüştüm ama bu mesele hakkında, daha farklı yorumlara denk gelmedim, benim gözümden kaçmış olabilir. Her neyse. Kurdu ile bir süre ayrılan çocukların hissettiklerine baktığımızda Sansa’nın bir nevi rüzgarda başıboş sürüklenen biri gibi olduğu ortada çünkü onu tamamlayan, kuzey ve kuzey kökleriyle bağlantısı olan; hanesiyle bağlantılı olan kurdu Leydi öldü ve bu Sansa’yı biraz gariban konumuna sokuyor. Bir parçasını daimi olarak kaybetti, kardeşlerinden farkı bu; onlar geçici süre kurtlarıyla ayrıldılar ama o zaman bile kurtlar hayatta olduğu için bağlantıları devam ediyordu ama Leydi, tamamen öldüğü için, Sansa’nın içinde de bir parça ölmüş durumda. Bran da bunun farkında olduğu için Sansa’nın kurdunu kaybettiğini hatırlatarak, bir parçasının öldüğüne, (muhtemelen) onun değiştiğine işaret ediyor çünkü böyle bir durumda değişim kaçınılmazdır. Varamyr sahnelerinden hatırlarsanız kurt ve sahibi bir kere birleştiğinde, bu iki tarafı da tamamen değiştiriyordu, bir evliliğe benzetiliyordu ama kurt ölürse ne olur? O parçan ölür ve sen bu sefer olumsuz etkilenirsin. Sansa’nın başına gelen birazcık da bu oldu. Masumluğu da kayboldu, kaybolmaya başladı...
2001 yılında panellerden birinde hayranın biri Leydi’nin ölümüne dikkat çekerek, Sansa’nın artık pek de Stark olmadığına dair fikrini Martin’e söylemiş ve Martin bunu “çok zekice bir gözlem” olarak ifade etmişti. Daha sonraki yıllarda gerçekleşen panellerden birinde de buna benzer bir yorum ve Martin’den gene olumlu bir karşılık geldiğini, hatırlıyorum. Netice itibariyle Leydi’nin ölümü Sansa’nın simgesel olarak aile köklerinden ve kuzey bağlantısından uzaklaşmaya başladığına işaret gibi yorumlanıyor ve Martin’in olumlu tepkisi de bunu perçimliyor. Nitekim Winterfell çocukları arasında daha kafadan kurdunu kaybeden ve warg yetenekleri asla uyanmayan tek kişi Sansa. Yani diğer kardeşleri kurt rüyaları hatta yeşil rüyalar görürken Sansa’da bunları hiçbiri yok... Bu da simgesel olarak bir kopuşa işaret.
Peki, Leydi ismi Sansa’nın hikayesi için ne ifade ediyor? Kurdun isminin Leydi olması dolayısıyla kurt ölünce, Sansa’nın içinde ki leydi de öldü, diyerek yorumlayanlar var ama bu doğru bir yorum değil çünkü 6. kitaba geldiğimizde Sansa hala kendini bir leydi kabul ediyor, bir leydi gibi hareket ediyor ve zaman zaman kendisine öğretilen leydilik mottolarını hatırlıyor. Elbette leydilikten kasıt olarak “masumluğu” deniyor ise buna katılabilirim ama bu, onun kişiliğine etkisi. Biz hikayesi ile ilgili ipucu arıyoruz. Bu ayrıntıyı bir kenarda tutarak; Sansa’nın ilk bölümlerde “nişanla beraber” Joffrey ile evlenip “kraliçe” olacağı beklentisine girdiğimizi hatırlatmak istiyorum hatta bu beklentimiz 3. kitaba kadar sürmüştü. Martin benzer şeyi Ned’in Sur’a gönderilmesi beklentisini ilmek ilmek işleyerek yaptı; Ned, Jon hatta Sansa povlarını okudukça Ned’in Sur’a gönderileceği beklentisi doğdu okuyucuda ama sonuç olarak umutlar Buz ile kesilip, önümüze atıldı. Martin bu taktiği Sansa’nın Joffrey ile evlenip “kraliçe” olması meselesinde de yapıyor ve bu beklentiyi Margerry gelene kadar ayakta tutmaya devam ediyor. Elbette Ned’in durumu aksine Sansa’nın Joffrey ile evlenmeyeceği gerçeği hem Sansa için hem de okuyucu için oldukça rahatlatıcı bir durumdu zira o psikopatla evlenmesini isteyecek halimiz yoktu. Ned’de şok olup üzülürken Sansa’da rahatladık... Lakin gelin görün ki Martin bir sadist ve okuyucusuna işkence etmekten zevk alıyor, “tamam rahatladınız, başka beklentilere girdiniz ama durun bakalım, kesemde daha başka oyunlarım var...” dercesine tak diye Sansa’yı Tyrion ile evlendirdi. Gerçi Tyrion bir Joffrey değil ama kabul edelim ki kızınız için arzu edeceğiniz bir koca adayı da değil. Yine de o kadar da kötü değildi. Elbette bu başka bir konu.
Tüm bunlardan yola çıkarsak; bu hikayeyi ilk okuduğumuzda girdiğimiz beklentinin aksine, Martin’in Sansa’nın hikayesinin bir leydi olarak devam edeceğine ve böyle tamamlayacağına dair bir hikaye sonu işareti vermiş görünmekte. Zaten taslağını anlattığı mektupta Sansa’yı ilk aşama Joffrey ile evlendirip kraliçe yapacakken, bundan vazgeçip başka bir koca vermesi de buna işaret. Malumdur Sansa’nın Tyrion’dan boşanması şu aşama mümkün olmamakla beraber yerini ve kimliğini ortaya çıkarmadan Yüce Serçe’ye boşanma veya evlilik iptali için başvuru gönderme şansı yok. Martin ancak bunu yapması halinde bu işi olabileceğini ama bu şekilde kimlik ve bulunduğu yerin de ortaya çıkması demek olduğunu, söylemişti. Eğer ölecekse de Tyrion’ın 7. kitap sonuna kadar, büyük savaşı görene kadar, ölme şansı yok. Her şekilde öngörümüz doğru görünüyor.
Buradan da Bozrüzgar’a geçiyoruz. İşte şimdi yavaş yavaş yorumlamada zorlanmalar başlıyor. Bozrüzgar hakkında çok rahat yorumlama yapamıyorum çünkü Robb’un bir POV’u yok ve Catleyn’in povları Robb ve kurdun ilişkisini anlatmak açısından arzu ettiğim kadar yeterli bilgi içermemekte. Örneğin, Robb kurt rüyaları görüyor muydu? Biz bunları tam anlamıyla hiç okumadık ama Martin’in bütün çocuklar warg diyerek onun kurdunun yaşamaya devam etmesi ve yanında olmasına bakarsak Robb’un kurt rüyaları vardı hatta ölürken Jon gibi kurdun ismini söyleyerek, muhtemelen içine girdi ve 2. kere öldürüldü. Lakin Robb’u kendi gözleriyle göremediğimiz için ve diğer karakterlerin yetersiz anlatımı yüzünden kurdun kişiliğinin ne olduğuna dair de bir yeterli ve ayrıntılı bir gözlemimiz maalesef yok. Bu yüzden birbirlerini ne kadar yansıtıyorlar teknik olarak bilemiyoruz ama diğer örneklerden yola çıkarak illa ki Bozrüzgarın da Robb’un kişiliğini yansıttığını söyleyebiliyoruz. Böyle farz ediyoruz fakat işte bundan ötesini konuşamayız. Böyle durumlarda işte keşke Robb’un POV’u da olsaydı, diyorum; aslında Martin’in pişman olduğu şeylerden biri de Robb’a bir POV yazmamaktı. Yani geri dönebilseydi Catleyn’den ziyade Robb’un povlarını okuyor olurduk.
İsme gelelim. Bozrüzgar, İngilizce’de kül ve havanın karışımını ifade ediyor. Bu da bizde ister istemez bir savaşın sonunda yanan-yok olan şeylerin küle dönüşüp rüzgarda uçuştuğu bir ortam sahnesi kafamızda canlandırıyor. Nitekim bir savaşın sonunda ölüm, kan ve kül olacaktır zaten... Boz yani gri, ayrıca Starkların rengidir ve bu rengin Starkların temsil etmesinden yola çıkarak, Robb’un Westeros’ta tabiri caiz ise hızlıca rüzgar gibi gelip geçmesini ve etrafı kırıp dökerek sonunda çer çöp bırakıp, kuzeyi kaybetmesi gibi bir dizi olumsuz olaylara alamet olarak da görebiliriz çünkü biliyorsunuz her ne kadar Robb, babasını ve kardeşlerini kurtarmak ve intikam almak niyeti ile yola çıksa da Lannisterlar ile olan bu savaş, Diyar’da yıkıma sebep oldu ve Robb ilk aşama ciddi anlamda yıldızı parlayan, neredeyse durdurulamaz gibi hareket eden bir kraldı. Herkes babasının intikamını alacağından emin bir şekilde okuyordu satırları ama Martin, yine beklentilerimizi boşa çıkarmak için Robb ve Catleyn’nin bir dizi hata yaptırıp Kızıl Düğün’ü hazırladı. Bu yüzden Robb için rüzgar gibi geldi, geçti ve arkasından yıkıntı bıraktı demek doğru olur ve Boz Rüzgar ismi, bunu ifade eden uygun bir isim.
Reddit’te Lord Yohn Royce isimli kullanıcının güzel bir yorumunu da gördüm, onu paylaşmak istiyorum. Rüzgar doğası gereği “geçici” bir şeydir, bilirsiniz rüzgar gelir ve geçer, az önce yaptığım yorum gibi yani... rüzgarı yakalayamazsın, hızlıdır, esme kuvvetine göre etkisi de ona göredir ama eninde sonunda rüzgar, sönmeye mahkumdur, bunu demek istemiş hatta gri rengin Stark rengi olduğundan yola çıkarsak zaten starkların kısa bir süre sahada etkili görünüp, sonra boşa çıkmasına işaret olarak da yorumlayabiliriz bence. Bu arkadaş Gri’yi şöyle yorumlamış; Robb’un tecrübesiz ve tam anlamıyla olgunlaşmamış kişiliğinin karşılaştığı durumlarda tek bir ideolojiye (yani beyaz ya da siyah) bağlı kalmamasına neden olduğunu ifade etmiş; yani Robb grilerle dolu bir hayat sürmüş, seçimler yapmış. Örneğin; Lannister çocuklarını öldürdüğü için Robb bunu ihanet kabul ederek Lord Karstark’ı idam etti ama onu tetikleyen Jaime’nin serbest bırakılması olayının faali olan Catleyn’ni bırak cezalandırmayı azarlamadı bile. Verdiği bir diğer örnek de Robb’un Freylere verdiği sözünü tutmak yerine onu bozması hatta blakerose isimli bir başka kullanıcı bu hareketini “sözler rüzgardır” ifadesiyle açıklayarak gri rüzgar’ın biraz da bu “söz bozma” yönüne dikkat çekmiş. Özetle Boz Rüzgar ismi kendi içinde hem olumlu hem de olumsuz işaretleri aynı anda barındırmakta. Günün sonunda Robb ve kurdu, gri bir rüzgar gibi ömür sürdü ve öldü. İlgi çekici bir ayrıntı da paylaşayım; Robb’un kişisel arması kurt kafasıdır ve biliyoruz ki kurdu Boz Rüzgar’ın da Robb’un da kafası kesildi. Bu da bir işaret olarak eklenmiş görünüyor ilk kitapta.
Buradan Shaggydog, Türkçe çevirisiyle Tüylüköpeğe geçiyoruz. Tüylü, siyah bir postu olan yeşil gözlü bir kurt. Aslında kurtlar içerisinde Hayalet’ten sonra diğer kurtlardan çok ayrı ve farklı olan “renk” bakımından farklı olan, bir diğer kurt kendisi. Genelde siyah kurt terimini ben Batılılarda aile üyelerinden farklı olan, uyumsuz ve sıkıntılı olan kişileri ifade etmek için kullanıldığını görmüştüm. Sürünün içindeki kara kurt, diye. Nitekim Tüylü de gerçekten sürüdeki en uyumsuz kişi; en vahşisi... Nymeria da vahşiydi ama ikisinin vahşiliği arasında ciddi bir fark; Tüylü Köpek’in vahşiliği serseri mayın gibi, her an herkese hiçbir sebep yokken saldırmaya hazır ve sürekli öfkeli bir hayvan, huysuz biri. Onu ısırıyor, bunu ısırıyor... bu yüzden Winterfell’de iken sürekli kilit altında tutmak zorunda kalıyorlardı. Bu kurt ayrıca öfke kadar korku da dolu, Jojen’ın söylediğine göre...
Rickon’a baktığımızda onun da aslında hemen hemen aynı olduğunu görebiliyoruz. Çevresindeki insanların bir bir onu terk ettiğini düşünüp öfkeye kapılan ve kalan son üyelerin de onu terk edeceğinden korkan; sağa sola saldıran ve insanlara vuran, huysuz ve sıkıntılı bir çocuğa dönüştü ve doğal olarak bu kişiliği de Tüylü’yü etkileyerek, kendisine benzetti.
Bundan sonra az önce bahsettiğim reddit kullanıcısının yorumundan yola çıkarak devam edeceğim çünkü onun çözümlemesine temelde ben de katılıyorum ama sanki fikir benden çıkmış gibi hava verip, haksızlık olmasın diye özellikle belirtmek istedim, Yaz’ın yorumlamasına geçtiğimizde de ondan faydalanacağım. Şimdi Shaggy, Rickon’un kesin bir geleceği olmayan dağınık, kirli, örgütlenmemiş ve vahşiliğini simgeliyor. Demir Doğumlu Wex isimli çocuk sayesinde Lord Manderly, onun yaşadığını öğrenir ve yaşayan en azından yeri bilinen meşru tek erkek varis olarak görülür ve Rickon’a şu ana kadar nasıl lord olunacağı dahil hiçbir konuda eğitim verilmedi. Kardeşleri ise bunun tam tersi...
Erkek kardeşleriyle de arzu edeceği seviyede bir etkileşim-ilişki kuramadı çünkü malum Bran bir sakat ve kendi dertleri varken Robb ilk önce kalenin daha sonra tüm kuzeyin yükünü omuzlayarak savaşa gitti. Şu saatten sonra Rickon’un yegane öğretmeni ve ilişki kurduğu kişi Yabanıl Osha’dır. İsmin diğer yarısı olan “dog” yani köpek de işte bu temel altyapıdan kaynaklı olarak Rickon’un diğer aile üyelerinden ayrılmaya başladığını simgeliyor. Rickon sadece 4 senesini ailesi ile geçirdi ve gerçekçi olursak bu 4 senenin en fazla son 1 ya da 2 senesini gerçek manada hatırlayabilir. Bazı insanlar 4-5 yaşlarındaki hallerini hatırlamazlar, daha ileri yaşlardan atıyorum 6 ya da 7 yaştan sonrasını hatırlarlar, geneli böyledir aslında veya kimisi dediğim biraz daha erken yaşı hatırlar ama 2-3 gibi yaşları hatırlayan kişi sayısı çok azdır, ben şahsen 3 yaşımdaki anılarımı hatta bir iki rüyamı bile hatırlıyorum ama çoğu kişiden bu beklenemez. Bu yüzden Martin’in de genele uyup Rickon’ın ailesi ile ilgili anılarını kısıtlı tutacağını farz edebiliriz. Bu da Starklar ve aile üyeleri ile olan bağının fazla derin olmaması ve aidiyetinin sınırlı olabileceğini göstermekte. Yani Rickon, artık bir kurttan ziyade bir köpek statüsüne inmiştir. Stark ve kurt gibi davranmaz, daha çok sürüden ayrı vahşi bir köpeği anımsatır. Buradan bakarsak Rickon’un geleceği de gerçekten belirsiz gibi görünüyor, bilhassa ailenin en küçüğü olduğunu düşünürsek.
Diğer kurtlara uymayan Shaggydog’u bir ara dizginlemek için Robb ve Boz Rüzgar devreye girmişti ve daha sonra mahzen mezarlarda Shaggy ve Yaz dövüşmüşlerdi. Rickon aileden öyle uzaklaşmaya başlamıştı ki ilk başta gelmelerini istemediği Frey çocukları ile yakınlaşıp, onlarla oynamaya başladı ve şüphesiz ki bu ikisinin Skagos’a gitmesi, Rickon’un kökleri ve ailesi ile olan mesafesini daha da arttırmaktan başka bir şeye yaramamış olmalı. Bundan sonra da Rickon’u tekrar gördüğümüzde daha çok bir Yabanıl gibi hareket edeceğini düşünebiliriz hatta ortak dili yarım yamalak konuşup eski dili benimserse hiç şaşmam.
Bu genel yorumun dışında shaggydog bir hikaye anlatım türüdür. Shaggy-dog hikayesi, tipik olarak alakasız olayların kapsamlı anlatımı ile karakterize edilen ve bir anti-limaks ile sonlandırılan son derece uzun soluklu bir fıkradır. Buradaki anti-limaks terimini de açıklayım hemen(wiki'den alınmıştır): Çözülmesi zor görünen bir şeyin önemsiz bir şeyle çözüldüğü bir olay örgüsündeki durumdur. Bu kelime Türkçe’ye “düş kırıklığı” olarak da çevriliyor. Yani aslında pek de olumlu bir mana içeriyor, diyemeyiz çünkü örneğin; yok edilmesi gereken bir tesis için ciddi bir lojistik destek, takım çalışması ve silah vb. şeyler gerekir ve doğal olarak böyle bir hikayeyi okumak heyecan vericidir, bir beklentiye girersiniz ama bir bakıyorsunuz “kendini imha et” düğmesi var ve bunlara gerek kalmadan tak diye iş bitiyor. Tam bir düş kırıklığı. Bir çoğunuzun bildiğini düşündüğüm Dünyalar Savaşı filminde uzaylılar istila eder, herkes ölür ya da köle edilir; biz bunları nasıl yenecekler diye düşünürüz hatta kahramanlar bir çözüm arayışı içindedir ama tak diye uzaylılar patır patır ölmeye başlar, zira dünyanın hava koşulları veya su kaynakları falan onlar için ölümcülmüş, çok önemsiz görünen bu durum, çözülmesi çok güç bir olayı çözmüştür ama bizim için de biraz düş kırıklığı oluyor hikayede, anlamsız bir şekilde sona giriyor. Beklentilerimizle oynuyor. Bir başka örnekte de karşılaşacağı onca engel ve sorunlara karşı onları yenmesi gereken bir karakter okur veya izleriz ama daha bunu başaramadan kahraman öldürülür. Sanıyorum aklınıza Ned ve Robb gelmiştir. Yani Martin’in kitaplarında shaggy-dog uyguladığını görebiliyoruz.
Özetle: Shaggy-dog hikayesi genel olarak izleyicinin şaka anlatma konusundaki ön yargılarına dayanıyor. Seyirci, hikayeyi ya karşılanmayan ya da tamamen beklenmedik bir şekilde karşılanan belirli beklentilerle dinler. “Nereye gidecek bu hikaye?” sorusunu sorabiliriz ve sonra o hikaye absürt bir şekilde sonlanabilir. Yani alakasız şekilde başlayıp beklenmedik bir şekilde sonlanması; başı ve sonunun uyumsuz ilgisiz göründüğü hikayelerden bahsediyoruz.
Buradan yola çıkarsak Rickon’un hikayesinin de bu şekilde olmasını bekliyoruz; “nereye gidecek bu oğlanın hikayesi? Ona ne olacak?” diye sorup, merak ediyoruz. Rickon, sadece aileden değil hikayeden de tamamen ayrılmış görünmekte... İlk aşama insanlar önemsiz başladı önemsiz bitecek, dizideki gibi ölüp gidecek diye yorumladı bu ismi ama Martin, Dan ve David’in “çok sahnesi yok” diyerek, Rickon’ı en başta eklemek istememesi üzerine “onun için önemli planlarım var” diyerek engel olmuştur. Şüphesiz bu planlar, dizide olduğu gibi, bir görünüp zikzak çizemediği için kurdu ile ölen Stark çocuğu hikayesi değil... Shaggy-dog ismine bakarsak bu bizim için beklenmedik ve alakasız bir hikaye olacak ve önemli bir şeyin önemsiz bir şeyle çözüldüğü “etken” olacak gibi...
Bu ne olabilir, çok net ifadede bulunamıyorum çünkü “beklenmedik” bir şey olması gerekiyor, bizim önyargılarımız ve beklentilerimizle uyuşmayan, en son aklımıza gelecek hatta belki de gelmeyecek bir şey... Durum her ne ise kuzey ve Winterfell savaşı ile ilgisi olur diye tahmin ediyorum hatta belki sonrasında olabilecekler için...
Geldik Yaz’a... Son kurdumuz. Martin, Bran ve Yaz arasındaki bağın özel olduğunu ve diğerlerine benzemediğini ifade etmişti, Jojen da Yaz’ın sandığından daha güçlü olduğunu ifade etmişti, elbette muhtemelen içindeki Bran’ı hissettiği için, Bran için söylüyordu bunu ama sonuçta Yaz ve Bran bir bütündür; kişilikleri aynı... Bran, Yaz için güçlü, hızlı ve acımasız ifadelerini kullandı; ormandaki her şeyin ondan korktuğunu söylemişti ve o yeşilin prensiydi, ormanın prensi... Yaz, akıllı bir kurttur. Bran, komaya girdiğinde onu hayatta tutan Yaz ile olan bağıydı, kurdun uluması Bran’a hayat gücü veriyordu. Kişilik olarak baktığımızda hemen hemen benzediklerini görebiliriz; Bran kendini zayıf ve kırık görse de aslında güçlü ve sağlam duruşlu bir çocuk, yaşadıkları karşısında özde kırılmayan hatta olumsuz-karanlık bir değişim göstermeyen bir tek o, diğer kardeşleri oldukça sert dönüşümler yaşamış görünüyor ama Bran, hala kitabın başında tanıdığımız o tatlı, masum yaz çocuğu olmayı sürdürüyor. Yaşadığın kötü şeylerin seni kırmasına izin vermeyip, olumsuz bir değişime direnmek de manevi olarak güçlü olduğunu gösterir bir insanın. Yani hem sahip olduğu yeşil gören güçleri açısından hem de manevi güç açısından Bran, Jojen’ın da dediği gibi, sandığından daha güçlü biri. Bran ayaklarını kullanabilirken hızlı bir çocuktu, çok hareketliydi ve yerinde durmak bilmeyen enerjik biriydi... Ayrıca kendisi gerçekten de prens olmasının yanında yeşilin prensi; o bir yeşil gören ve Şarkıcılar, ormanlarla içiçe olduğu için ormanın prensi tabiri de Bran’a uyuyor. Zira Bran’ın ilk POV’dan beri tüm hikayesi tamamen yeşil gören güçleri çevresinde şekillendi ve gelişim gösteriyor... Bir tek acımasız ve korkulan kişi ifadesi Bran’a uymuyor ama o da artık kurdun kendi özelliği diyelim... Bunun dışında bir warg ve yeşil gören olduğu için bunu öğrenecek diğer insanların ondan korkacağını söylemişti Jojen.
Gelelim asıl mesele olan ismin yorumlanmasına. Bunu yorumlamak bazı insanlara kolay geliyor ama benim için en zor buydu çünkü Yaz, ismi hem belirgin bir şeyi anlatırken hem de tam olarak bir şeyi anlatmıyordu veya bir çok şeyi anlattığını düşünebilirdik; bir nevi shaggy-dog hikayesi gibi geldi bu isim bana ama elbette öyle değil. Kullanıcının yorumu bana makul geldi. Bran’ın Yaz’ı; Hayalet sonrası kurtlar arasındaki en gizemli olanı olarak görünüyor, denebilir. Bran uzun süre ona ne isim vereceğini bulamadı ve komadan çıktıktan sonra ona Yaz ismini verdi çünkü komada, sur’un ötesine, kış topraklarına gidip ölümü ve fazlasını gördü... Yaz ise kış ve ölüme karşı “umut” olarak yaşamı ifade eder. Yani muhtemelen Bran, gördüklerinden çok korktuğu için umutsuzlandı ve uyanır uyanmaz ona umut vaat edecek Yaz ismini koydu, dikkat ederseniz uyanıp bir süre sonra koymuyor, uyanır uyanmaz ismi koyuyor yani isim daha uyandığı sırada aklında...
Hikayede yaz, hayat dışında ayrıca çocukluğu ve toyluğu da simgeliyor; insanlar karşısındakilere “yaz kokuyorsun” diyerek hala toy olduğunu, tecrübe sahibi olmadığını ifade ediyor. Bunu genel olarak olumsuz olarak ifade etmeleri de ilginç elbette. Yani “yazı” olumsuz bir sıfat olarak kullanıyorlar. Neden? Mantıklı düşünürsek hayaller ve gerçekler diye bir şey var. Hepimiz ideal bir dünya hayal ederiz, bir ütopyamız vardır ama biz aslında bir distopyada yaşıyoruz. Dünya acımasız; ölüm de yaşam kadar acı da olsa bir gerçekliktir. Yaz kokan çocuklar, hayaller ve kahramanlık hikayeleri ile kafalarını bulandırırlar ve kışla karşılaştıklarında bu onlar için sert bir uyanış olur hatta bazıları ölür. Bu yüzden yetişkinler, yaz çocukları ile karşılaştıklarında endişelenirler aslında, onlar ilk ölenler olacaktır, bu yüzden hayallerden sıyrılıp, hayatla ilgili gerçekçi tecrübeler edinerek kendilerini hayata hazır tutmalarını isterler ve bu yönde yetiştirmek isterler. Sansa ve Bran, Stark kardeşler içindeki en hayalperest olanları aslında, en çok yaz kokanları. Sansa, joffrey ile sert bir uyanış yaşadı... Bran, şövalyecilik hayalleri kuran, Kral Muhafızı olmak isteyen biriydi ama gelin görün ki onlardan biri tarafından sakat bırakıldı ve tüm hayallerine veda etmek zorunda kaldı.
Haliyle Yaz, Bran’ın masumluğuna, çocukluğuna, hayallerine ve umuda tutunuşun ismi olabilir. Kim bilir belki de Bran’ın masumane hayalleri ve umudu; gelecek büyük savaşta büyük bir güç olarak onu yönlendirebilir. Bran zaten bu umut ile kuzey yolculuğuna çıktı; üç gözlü karga’ya giden yolda onca tehlike ve zorluğa katlandı ve Yaz, tüm bu zaman boyunca onun yanında, ona güç verdi. Yaz, Bran için bir cesaret simididir. Lord Yohn Royce isimli kullanıcı, kışı yenebilecek tek karşıt güç yaz diyerek; Bran’ın güçlerine ve savaştaki rolüne dikkat çekerek yorumunu bitirmiş. Kanımca gayet mantıklı bir çıkarım. Yine de bir şerh koymak istiyorum; daha önceki yazılarımdan hatırlayacağınız üzere bitmeyen yaz ve kış, özde o kadar iyi şeyler değil; biri buzu diğeri ateşi temsil ediyor ve Martin’in ilham aldığı ateş ve buz şiirine bakarsak kıyametin bu ikisiyle (yani kitaplarda bu, ikisinin savaşıyla) meydana geleceğini anlatıyordu. Bu yüzden Bran’ın hikayesinde, hayatta kalmak adına, yaz mevsiminden yani ateşten-r’hllordan medet umacağını düşünmek benim için zor. Hele ki eski kuzey güçlerinin ateşten nefret ettiği bize hatırlatıldığında ama uzun-bitmeyen yazın, westeros kültüründe beklenen bir dönem olduğunu biliyoruz.
Bu yüzden Bran da yaz’ı bu manada görüp, kabullenmiş olabilir ama dediğim gibi yaz mevsiminden medet umacak şekilde tamamlanacağından şüpheliyim hele ki son kitabın isminin bir yaz rüyası yerine bir bahar rüyası olduğunu düşünürsek... yani madem yaz mevsimini kurtuluş araç kabul edeceğiz neden bir bahar rüyası düşleniyor? Yaz düşlenmesi gerekmez mi? Bahar mevsimi de benim her daim en sevdiğim mevsim olmuştur; bana göre mevsimler arasındaki dengedir, ahenktir. Bahar dönemi ne sıcaktır ne de soğuktur; ne terletir ne de üşütür. Aslında Kur’an’da cennet tasvirleri de havanın ne sıcaktan terletmeyeceği ne de soğuktan üşütmeyeceği şeklindedir, yani yaz ve kış mevsiminden ziyade bahar havası tasvir edilir. Bu da hiçbir sıkıntı, dert hissedilmeyen cennet için mükemmel bir mevsimdir. Bence Martin de denge-ahenk düşüncesi ile “bahar” ismini seçmiş son kitabı için... bahar, ayrıca kış ve yaz arasındaki bir mevsimdir; hatırlarsanız asoiaf tarihinde, yalancı bahar olarak anılan bir dönem var; muhtemelen soğuk bir kış mevsimi sonrasında “umut” işareti olarak baharın gelmesine sevindi herkes; turnuvalar falan düzenlendi, düğünler planlandı ama hava bir anda tekrar soğudu; aslında bu bahar ve kış olayı da kısa süre bir barış dönemini ve arkasından patlak veren isyan ile başlayan savaşın da sembolik anlatımı. Martin, büyük savaşlar olduğunda-misal Ejderhaların Dansı, mevsim olarak hemen kışı başlatıyor... Bahar, barış dönemi... bu yüzden son kitabı ismi bir bahar rüyası... kış bitince, bahar gelecektir sonuçta...barış hayalleri düşlüyor insanlar... bekledikleri bir dönem bu...
Haliyle neden kurdun ismi için Yaz seçilmiş ve hikayede bunun doğrudan yansıması ne olacak, sorusunu yorumlamak benim için zordu. Bahar deseymiş daha uygun olabilirdi Bran’ın hikayesi için. Bu yüzden şimdilik Yaz isminin, Bran’ın içindeki masumluğu, çocukluğu ve umutlarını temsil eden şey olduğunu ve Bran’ın bu özelliklerinin de gelecek savaşta ihtiyacı olacak şey olduğunu söylemekle yetinelim.
Ulu kurtların isimlerinin olası işaretlerine değindikten sonra gelelim kırmızı kuyruklu yıldız meselesine...
İlk kitabın son Dany POV’unda gökyüzünde kırmızı bir kuyruklu yıldız belirdi ve biz bunu 2. kitapta Melisandre’den öğrendiğimiz Azor Ahai’nin kehanetinin bir alameti olduğunu öğrendik, en azından o şekilde yorumlandığını öğrendik. Kitap boyunca herkes bu alamete bir isim taktı ve kendilerince yorumladı. En doğru yorumu ise Winterfell’de bu alametleri “ejderhalar” olarak yorumlayan Yaşlı Dadı ve Yabanıl Osha idi. Yani evet, bu yıldız ejderhaların ve R’hllor’un gücünün yükselişine işaretti; nitekim ilk göründüğü zaman, Drogo’nun cenazesiydi ve oradan da ejderhalar doğmuştu. Pek sanmıyorum ama olur da bu yıldızın ejderhalar; kan ve ateş işareti olduğuna dair şüphesi olan varsa diye bu konu üstünde birazcık daha duracağız. Bunun için önce ikinci kitabın açılış sahnesine gideceğiz... Açılış sahnesinin ilk cümlesi kuyruklu yıldızdı... bundan sonra bu bölümden parça parça alıntılar ve yorumlamalar şeklinde ilerleyeceğiz.
Kuyruklu yıldız, Ejderha Kayası’nın dik uçurumları üstündeki pembe mor gökyüzünde kanayan kırmızı bir yara gibi şafağa serilmişti...Üçü birlikte, içlerinde kötü bir önseziyle gökyüzüne bakıyordu... Üstat kehanetlere inanmazdı. Buna rağmen... Cressen bu yaşına kadar bu kadar parlak bir kuyruklu yıldız görmemişti. Bu renkte olana da rastlamamıştı. Kan, alev ve günbatımı gibi, korkunç bir renk... Ama yine de... Ama yine de... Kuyruklu yıldız artık gündüzleri de parlıyordu...Kalenin arkasındaki Ejderhadağı’nın sıcak menfezlerinden solgun gri buharlar yükseliyordu. Ve dün sabah, beyaz bir kuzgun, beklediği haberi Hisar’dan getirmişti. Yaz mevsiminin bittiğini haber veren mektubun geleceğini uzun zamandır biliyordu ama bilmek korkuyu azaltmıyordu. Bunların hepsi alametti. İnkâr edilemeyecek kadar fazlaydılar. Bütün bunlar ne anlama geliyor? diye çığlık atmak istedi.
Üstat Cressen, kuyruklu yıldızı gökyüzünde kanayan bir yara gibi tarif ediyor ki Azor Ahai kehanetindeki “kanayan yıldız” ifadesini akıllara getiriyor. Aslında sizi bilmem ama ben daha önce neden “kanayan yıldız” sorusunu sormamıştım. Kuyruklu Yıldızlar, ateş olarak da tarif edilebilirler; bunun bilimsel sebeplerine değinmeyeceğim elbette, fantastik bir evrenden bahseditoruz neticede; kırmızı renkte, ateş saçarak ilerleyen taşlardır; nitekim Şafak kılıcı da bu taşlardan birinin kalbinden dövüldü, yani muhtemelen bu evrende büyüsel bir parça barındırıyor olabilirler. Bu yıldızın “kanıyor” gibi bir görüntü çizmesi de benim aklıma ateş ve kan sözlerini getiriyor; yani gökyüzündeki kanayan yıldız; simgesel olarak Targaryenlerin ünlü aile sözü ateş ve kanı işaret ediyor. Yahut ben sadece cuk oturan bir yakıştırma yaptım. Devam edelim. Üstat Cressen, bu yıldızı izlerken içinde kötü hisler doğuyor. Kötüye işaret olduğunu hissediyor. Aslında genelde eski dönemlerde kuyruklu yıldızlar çoğu zaman kötüye alamet olarak görülürdü, bu yüzden böyle şeyler olağan diye düşünebiliriz ama Hisar’ın üstadından bahsediyoruz, alelade köylüden değil, adam bu kuyruklu yıldızların doğan bir olay olduğunun farkında, daha önce de görmüş zaten; nitekim üstat böyle kötüye alamet olarak yorumladı diye kendine hayıflanıyor çünkü böyle şeylere inanmaz üstatlar. Bu yüzden içine kötü bir his doğmasını, ürkmesini değerli buluyorum. Bu yıldızın daha önce görmedikleri kadar kırmızı ve parlak olduğunu düşünüyor; kan ve ateş sözleri ile bu sefer doğrudan Targaryen hanesine bir gönderme yapıyor, yani ejderhalara... ve bu, korkunç bir renk. Daha sonra tam da ejderhaların haberini işaret eden yıldız göründüğü günlerde Hisar da yaz mevsiminin bittiğini ve kışın geldiğini haber eden beyaz bir kuzgun göndermiş ve bunu da bir alamet olarak görüyor ama neye alamet olduğunu, ne anlatmak istediğini anlamıyor; lakin içten içe aslında biliyor, tüm o iç güdüleri vs. bunu ona haykırıyor ama kelimelere dökemiyor, cümleleri kafasında bir araya getiremiyor, öyle ki o kadar yoğun bir şekilde hissediyor ki çığlık atmak istiyor, patlamak üzere bu duygulardan... Bizim Üstadın dillendiremediği şey; buz ve ateşin savaşı... ejderhalar geliyor ve yaz bitti; kış geliyor ve yakında kış çökecek... hatırlıyorsunuz, değil mi? Winter is coming ve winter-fell... kış geliyor sözü ve kış çöktü yani geldi ismini... özetle Martin bize burada buz ve ateşin savaşının yaklaşmakta olduğu haberini vermiş. Güzel bir anlatım olmuş.
Bu sahneyi Shrieen’den bir alıntıyla bitirelim:
“Kötü rüyalar gördüm,” dedi Shireen. “Ejderhalarla ilgili. Beni yemeye geliyorlardı.”
“Korkulacak hiçbir şey yok.”
Shireen ikna olmamıştı. “Ya gökyüzündeki şey? Dalla ve Matrice, kuyunun yanında konuşuyordu. Kırmızı kadın, anneme bunun ejderhanın soluğu olduğunu söylemiş. Dalla duymuş. Eğer ejderhalar soluk alabiliyorsa, bu onların canlandığı anlamına gelmez mi?”
“Korkulacak hiçbir şey yok.”
Shireen ikna olmamıştı. “Ya gökyüzündeki şey? Dalla ve Matrice, kuyunun yanında konuşuyordu. Kırmızı kadın, anneme bunun ejderhanın soluğu olduğunu söylemiş. Dalla duymuş. Eğer ejderhalar soluk alabiliyorsa, bu onların canlandığı anlamına gelmez mi?”
Shrieen güzel bir soru sordu; kuyruklu yıldız, ejderhaların soluğu ve soluk alan bir ejderha, onların canlandığı manasına gelir.
Bundan sonraki ilk karakter POV’u Arya’ya ait. Gendry ile bu yıldız hakkında konuşurlarken demirci oğlan, bu yıldızı yeni dövülmüş kırmızı bir kılıca banzetiyordu. Arya da yıldıza bakınca kılıç görmüştü ama yeni dövülmüş bir kılıç yerine babasının kanıyla rengi değişmiş Buz’u görmüştü. Yani burada da bir ateş ve kan göndermesi görebiliyoruz; ateş yayan bir kırmızı kılıç ve kanla kaplı bir kılıç... Azor Ahai’nin Işık Getiren kılıcı ki bu kılıcın bir diğer ismi de zaten “kırmızı kılıç” Buradan da yazarın, ejderhaları haber eden kılıcın dolaylı yoldan; simgesel olarak, ejderhaların “ışık getiren” kılıcı olduğunu bize söylediğini düşünebiliriz, nitekim 5. kitapta bir başka karakter ejderhaları gerçekten de kılıç olarak tabir ediyordu. Bunu Arya POV’unda görmek benim için ayrıca önemli elbette çünkü kurt isimleri sırasında bahsettiğim ejderhalarla karşı karşıya kalma meselesine işaret ve şampiyon kuramımı destekleyen bir nokta gibi geliyor.
Şimdi geldik bu yıldızın, kurtlarla olan etkileşimine... yani asıl konumuza. Bran bölümüne geldiğimizde kurtların sık sık ulumaya başladığını ama bunu bilhassa kırmızı kuyruklu yıldıza bakarak yaptığını görüyoruz. Doğal olarak da Bran nedenini merak ediyor ve herkes başka bir şey söylüyor ama sadece iki kişi doğru yorumu yapıyor.
“Kurtlar senin üstattan daha akıllı,” demişti yabanıl kadın. “Gri adamın unuttuğu gerçekleri onlar hatırlıyor.” Cümleleri söylerkenki tavrı Bran’ı ürpertmişti. Kuyruklu yıldızın ne anlama geldiğini sormuştu kadına. “Ateş ve kan,” demişti kadın. “Daha iyi şeyler değil evlat.”
...
Bran, rahibe de bu soruyu soruyor ve onun cevabı da mevsimleri kesen kılıç, oluyor. Akabinde yazın bittiğini haber eden beyaz kuzgun gelince Bran, haklı olduğunu düşünüyor. Tamamen doğru bir cevap değil ama bir yönüyle de haklı noktası yok değil; bu bir kılıç... ve kış mevsimini kesmek için gelen uzun yazı temsil ediyor, şeklinde yorum yapabiliriz. Rahipten sonra Yayşlı Dadı’ya soruyor aynı soruyu.
Yaşlı Dadı farklı düşünüyordu ve o herkesten daha uzun zamandır hayattaydı. “Ejderhalar,” demişti. Gözleri kör denebilecek kadar kötü durumdaydı, kuyruklu yıldızı görmemişti ama onu koklayabildiğini iddia ediyordu. “Ejderhalar geliyor evlat,” diye ısrar etmişti.
...
Bran, rahibe de bu soruyu soruyor ve onun cevabı da mevsimleri kesen kılıç, oluyor. Akabinde yazın bittiğini haber eden beyaz kuzgun gelince Bran, haklı olduğunu düşünüyor. Tamamen doğru bir cevap değil ama bir yönüyle de haklı noktası yok değil; bu bir kılıç... ve kış mevsimini kesmek için gelen uzun yazı temsil ediyor, şeklinde yorum yapabiliriz. Rahipten sonra Yayşlı Dadı’ya soruyor aynı soruyu.
Yaşlı Dadı farklı düşünüyordu ve o herkesten daha uzun zamandır hayattaydı. “Ejderhalar,” demişti. Gözleri kör denebilecek kadar kötü durumdaydı, kuyruklu yıldızı görmemişti ama onu koklayabildiğini iddia ediyordu. “Ejderhalar geliyor evlat,” diye ısrar etmişti.
Osha’nın yorumunu hep ilginç bulduğumu söylemem gerekir; son 300 senedir Sur’un ötesinde kimse ateş ejderhası görmedi çünkü orayı geçemiyorlar. Sur var olduğu sürece öncesinde yaşamış ejderhaların da geçemediği aşikar. Elbette ki Sur’u geçmeyi başarıp da güneye inmeyi beceren varsa ejderhalar yaşarken, görenler olmuştur ama bunun dışında sadece varlıklarını duymuştur veya işte İyi Kraliçe geldiği zaman ejderhayı uçarken görmüştür. Lakin bildiğimiz kadarıyla son 300 senedir, Aegon ve ailesinden “ateş ve kan” sözlerinin anlamını öğrenecekleri bir saldırı yemedikleri ortada hatta onların yıkıcılığını da sadece hikayelerde duymuşlardır, görmemişlerdir. Niye bu sözleri söyledi?
Toplumlar, zamanla yaşadıkları olayları unuturlar ama bilinçaltında bazı şeyler yaşamaya devam eder. Örneğin, tufan hikayeleri A’dan Z’ye hemen hemen tüm toplumlarda karşımıza çıkar, bu da yeryüzünde yok edici bir tufanın yaşandığının en büyük kanıtıdır, o kadar sarsıcı ve travmatik bir olay olmuş ki üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen torunlar olarak bizler; bilinç altımızda hala bu olayın kalıntılarını-üzerine eklemeler yaparak- hatırlıyor ve hikayeleri aktarıyoruz. Haliyle benzer bir deneyimi binlerce yıl önce, misal uzun gece’de veya öncesinde yabanıllar da yaşamış olabilir mi? Kan ve Ateş ile tanışmış, travmatik bu olayı binlerce yıl sonra bile hatırlayıp “ateş ve kan” kötüdür, diye hatırlıyorlar mı?
Aslında buna işaret olabilecek bir ayrıntımız var. Ateş ve Kan kitabında, Kral 1. Viserys, torunlarına; büyük büyük dedelerinin yabanıllardan, devlerden ve warglardan oluşan büyük bir orduyu yenmek için Sur’un ötesine ejderhasıyla uçtuğu bir hikaye anlatır.
Bu hikayeyi temelde imkansız kılacak bir etken var; Viserys’in büyük annesi iyi kraliçe’nin üç kere denemesine rağmen ejderhasının Sur’un ötesine geçmeyi reddettiğini gördük, yani ateş ejderhaları uzak kuzeye girmiyorlar; haliyle Sur varlığını sürdürdüğü sürece öncesinde veya sonrasında hiçbir ejderha bunu yapmış olamaz. Diğer mesele de şunun şurasında 100 senedir 6 krallığı yönetiyorlar ve öncesindeki 100 seneyi de sayarsak 200 senedir Westerostalar ama hiçbir Targaryen’ın ejderhası ile Sur ötesine uçtuğunu duymadık, okumadık... Eminim Yaşlı Dadı böyle bir hikayeyi hatırlardı yahut Gece Nöbeti... ve Starklar. Kayıt olması lazım yani. Hisar’da da yok böyle bir şey.
Bu durumda Viserys ya uydurulmuş bir hikaye anlatıyor ya da hikaye gerçek ama zaman içinde bazı değişikliklere uğramış. Bu hikayeyi sadece bir Targaryen’ın ağzından duyduğumuz için muhtemelen sadece bu aile içerisinde anlatıldığını farz ediyorum. Bu durumda bunun yaşanmış olma olasılığı bence var ama geçtiği zaman, Sur’un inşa edilmediği zamanlardı. Yani Uzun Gece öncesi... Unutmayın ki Westeros’ta sadece ejderhalar yoktu, ejderhaların ateşiyle şekillenerek inşa edilen bazı yapılar, nesneler de vardı. Bu da ejderha sürücülerinin, çok daha öncesinde Westeros’a yerleştiğini bize gösteriyor, belki geçici bir süreydi ama gelenler ve yaşayanlar, kale inşa edenler olmuş; bakınız, Yüksek kulenin temelleri... Bu kişiler Targaryenlerın ataları olabilir, kuzeye karşı bir savaş vermiş görünüyorlar. Sadece Yabanıllarla savaştıklarını da sanmam. Hele ki o dönemler ejderha lordlarının istilacı bir doğası olduğu düşünülürse. Besbelli ki çok da başarılı olmamışlar ve sonradan, bir sebeple terk etmişler... O kısımlar bizim için oldukça karanlık elbet.
Yani temele bakacak olursak; tarihi ne olursa olsun, Targaryen tarafından bir hikayeye göre Yabanıllar da ejderha ile yüzleşmiş ve ateş ve kan sözlerinin manasını görmüş. Bu da Osha’nın “ateş ve kan, evlat, daha iyi bir şey değil” sözünün temelini açıklar. Yaşlı Dadı’ya gelirsek o zaten bir Westeroslu olarak ejderhaların ve ateş ve kan sözlerinin ne olduğunu iyi bilir.
Dikkatinizi çektiyse başta kuzeyliler ve kuzeyin eski güçleri olmak üzere; bir çok kişi için ateş ve kan kötü mana içermekte, ejderhaların gelişi kötüye alamet kabul edilmekte.
Sonuç olarak kuzeyi ve kuzeyin eski güçlerini temsil eden bu ulu kurtlar; Starkları temsil eden bu ulu kurtlar, ejderhaların gelişini haber eden bu alametten hiç memnun değil ve bu hoşnutsuzluklarını günlerce, haftalarca uluyarak belli ediyor. Yani bu da işaret değilse artık neye işaret dersiniz bilemiyorum.
Yazımızı Bran’dan bir alıntıyla bitirelim.
Ve ulu kurtlar ulumaya devam etti. Nöbetçiler küfürler savurdu. Barınaktaki köpekler öfkeyle havladı. Ahırlardaki atlar bölmelerini tekmeledi. Walderlar tir tir titredi. Üstat Luwin bile uykusuzluktan şikâyet etti. Sadece Bran şikâyetçi değildi. Tüylüköpek, Küçük Walder’ı ısırınca, Sör Rodrik ulu kurtların tanrı korusundan çıkarılmamalarını emretmişti ama Kışyarı’nın duvarları seslerle tuhaf oyunlar oynuyordu. Bazen, uluma sesleri Bran’ın penceresinin altından, avludan geliyormuş gibi duyuluyordu. Bazen de kurtların gezici nöbetçiler gibi siperlerin üstünde yürüdüğüne yemin edebilirdi Bran. Keşke onları görebilseydi.
Video olarak dinlemek isterseniz.