Post by YeniAy_Ottoman on Jul 15, 2021 20:50:53 GMT
Çeviri KAPANAN GAME OF THRONES TÜRKİYE sitesinden eski bir üyeye aittir.
Uzaklarda bir yerde, ölmekte olan bir adam annesine bağırıyordu. Bir adam, İkinci Oğullar’ın kuzeyindeki kampta “Atlara!” diye bağırdı Ghiscari dilinde. “Atlara! Atlara!” Yüksek ve tiz sesi, sabahın havasıyla çok uzaklara, kendi kampının ötesine taşındı. Tyrion, kelimeleri anlayacak kadar Ghiscari dilini biliyordu; ancak sesteki korku her dilde aynıydı. Onun ne hissettiğini biliyorum.
Biliyordu Tyrion, kendi atını bulmanın zamanı gelmişti. Ölü oğlanların zırhlarını giymenin zamanı gelmişti, kemerine bir kılıç ve hançer iliştirmenin, orası burası yamulmuş kaskı başına takmanın zamanı gelmişti. Şafak sökmüştü, güneşin ilk ışıkları şehrin duvarlarının ve kulelerinin ardından parlıyordu, kör edercesine parlak. Batıda yıldızlar bir bir parlaklığını kaybediyordu. Borazanlar Skahazadhan’nın kıyılarında üfleniyordu, aynı şekilde Meeren’in duvarlarından savaş boruları cevap veriyordu. Nehirin ağzında bir gemi alevler içinde batıyordu. Köle Körfezinde savaş gemileri çarpışırken ejderhalar ve ölü adamlar gökyüzüne gidiyorlardı. Tyrion uzak mesafeden olanları göremedi fakat işitti; gemilerin kafa kafaya çarpışması, Demirdoğumluların büyük savaş boruları, Qarth’ın gürütülü tuhaf ıslıkları, çatırdayan küreklerin sesleri, baltanın kalkana saplanışı, yaralı adamların çığlıkları. Birçok gemi hala körfezin uzaklarındaydı, çıkardıkları sesler soluk ve derinden geliyordu ama biliyordu ki hepsi aynıydı. Katliamın şarkısı.
Durduğu yerden üç yüz metre uzakta Adi Kız Kardeş’i gördü, uzun kolu ceset yığınlarıyla birlikte sallanıyor, şişmiş ve çıplak cesetler uçuyordu. Kuşatma kampları gül ve altındanmışcasına sisin altında parıldarken Meeren’in ünlü basamaklı piramitleri soluk birer enkazı andırıyordu. Bir tanesinin yukarısında bir şey hareket ediyordu. Bir ejderha ama hangisi? Bu kadar mesafeden bir kartal zannedilebilirdi. Çok büyük bir kartal.
İkinci Oğullar’ın küflü çadırlarında saklanarak geçen birkaç günden sonra dışarıdaki hava fazla temiz ve taze kokuyordu. Olduğu yerden denizi görememesine rağmen keskin tuz kokusu denizin yakınlarda olduğunu söyledi. Ciğerlerini havayla doldurdu. Savaşmak için güzel bir gün. Doğudaki davulun sesi kavrulmuş ovada yayıldı. Elinde Rüzgarla Savrulanlar’ın mavi sancağını taşıyan atlı bir birlik Harridan’ın yanından şimşek gibi geçti.
Göğüs uçlarında halkalar olan Yunkai’li adamın bir köle askerin gözlerinin arasına balta saplanmasını aptal bir adam eğlenceli bulabilirdi. Genç bir adam muazzam ve büyüleyici olduğunu düşünebilirdi. Ama Tyrion Lannister daha iyisini bilirdi. Tanrılar beni kılıç kullanmam için yaratmamışlar diye düşündü, peki o zaman beni neden sürekli savaşların içine atıyorlar.
Kimse duymadı. Kimse cevaplamadı. Kimse umursamadı Tyrion’ı.
Tyrion kendini ilk savaşını düşünürken buldu. Shae’in ilk sevişmesinden sonraydı, babasının savaş borularıyla uyandırılmıştı. Gecenin bir yarısı kollarında çırılçıplak titreyen tatlı fahişesi, ürkmüş bir çocuk. Belki de hepsi yalandı, iyi hissetmemi sağlamak için oynadığı bir oyun. Shae ne kadar iyi bir oyuncuymuş diye içinden geçirdi. Zırhını giymesine yardım etmesi için Podrick Payne’e bağırdığında çocuk horul horul uyuyordu. Gördüğüm en hızlı delikanlı değildi ama adam gibi bir yaverdi. Umarım hizmet edecek daha iyi bir adam bulur.
Biraz acayipti ama, Tyrion Yeşil Çatal Savaşı’nı Karasu Savaşı’ndan daha iyi hatırlıyordu. Bu benim ilk savaşımdı. Herkes ilk savaşını hatırlar.Nehirin üstünden geçip giden sisi hatırladı, sazlıklara doğru giden soluk beyaz parmaklar gibiydiler. Ve o gündoğumunun güzelliği, bunu da hatırlıyordu; yıldızlar mor gökyüzünde dağılmışlardı, sabah çiyi ile ıslanmış çimenler cam gibi parlıyordu, kırmızı parlaklık doğudaydı. Shae, Pod’a yardım edip Tyrion’a uyumsuz ve garip zırhını giydirirken Shae’in parmaklarının ufak temaslarını hatırladı. Tanrının belası miğfer. Üstünde çiviler olan bir kova gibiydi. O çiviler hayatını kurtarmıştı, ilk savaşını kazanmasına rağmen Tyrion’un o günkü hali o kadar aptaldı ki Penny ve Groat onun yarısı kadar bile aptal gözükemezdi. Shae Tyrion’un zırhlar içinde dehşetli gözüktüğünü söyledi. Nasıl bu kadar kör,sağır ve aptal olabildim? Erkekliğimle düşünmemem gerekirdi.
İkinci Oğullar atlarını eğerliyorlardı, sakin, acele etmeden ve doğru şekilde; bu daha önce yüzlerce kez yaptıkları bir şey değildi, genelde aceleyle yaparlardı. Bazıları elden ele bir şeyler taşıyorlardı, şarap veya su olabilirdi, Tyrion tam olarak seçemedi. Bokkoko edepsizce sevgilisini öpüyordu, koca ellerinden biriyle oğlanın kıçını okşuyor, diğerini de saçlarında gezdiriyordu. Onların arkasında, Sör Garibald beygirinin yelesini tarıyordu. Kem bir taşın üstüne çömmüştü, dik dik yere bakıyordu… Muhtemelen ölmüş abisini düşünüyordu ya da Kral Toprakları’ndaki o arkadaşını. Çekiç ve Çivi adamları kontrol ediyordu, silahlara ve mızraklara bakıyor, zırhları ayarlıyor, ağzı körelen bıçakları bileyliyorlardı. Snatch tütününü çiğniyor, aptal şakalar yapıyor ve uzun kavisli koluyla bacak arasını kaşıyordu. Ondaki bir şeyler Tyrion’a Bronn’u hatırlattı. Karasu’dan Sör Bronn şimdilerde, tabi kız kardeşim onu öldürmediyse. Bu ihtimal Cersei’nin düşündüğü kadar basit olmayabilirdi. İkinci Oğullar’ın kaç tane savaşta dövüştüğünü merak etti Tyrion. Kaç tane çarpışmaya girdiklerini, kaç tane baskın yaptıklarını,kaç tane şehire zorla girdiklerini, kaç tane kardeşlerini gömdüklerini veya çürümeye bıraktıklarını merak etti.
Bu Tyrion’un üçüncü muharebesi olacaktı. Deneyimli ve soylu, damgalı ve mühürlü, ispatlanmış bir savaşçı işte o benim. Birkaç adam öldürdüm ve bir o kadar yaraladım, kendim de yaralandım ama öldürdüklerimi anlatacak kadar yaşadım. Taarruzları yönettim, adamların benim ismimi bağırdıklarını duydum, daha iyilerini ve daha büyüklerini öldürdüm,birkaç zaferin tadını bile aldım… Ve bu kahramanlar için yeterince lezzetli bir şarap sayılmaz mıydı? Başka tatları da sevemez miydim? Yaptığı ve gördüğü tüm şeylere rağmen yeni bir savaşa katılacak olması Tyrion’ı dehşete düşürüyordu Dünyanın yarsını dolaşmıştı kimi zaman bir tahtırevanda, kim zaman bir direkli teknede, bir domuzun üstünde, köle ve ticaret gemilerinde, fahişelerin ve atların sırtında, Her seferinde kendine hayatta kalmasının ya da ölmesinin artık umrunda olmadığını söyledi. Ancak her defasında daha çok önemsediğini gördü.
Yabancı soluk kısrağa binmiş ve elinde kılıçla üstlerine doğru geliyordu ama Tyrion’un onunla yüzleşmek konusunda bir ilgisi yoktu. Şimdi değil. Henüz değil. Bugün değil. Sen nasıl bir dolandırıcısın Küçük Şeytan, yüzlerce muhafızın karına tecavüz etmesine izin verdin, babanı karnından vurdun, sevgilinin boğazını yüzü kararana kadar altın zincirle sıktın, fakat hala yaşamayı hakettiğini düşünüyorsun.
Tyrion, Penny ile ortak kullandıkları çadıra daldığında Penny çoktan zırhını giymişti. Penny yıllardır kendini tahta bir plakaya bağlıyordu; tokalar ve kopçalar hakkında uzman olduktan sonra tahta plaka ve zincir zırh çok farklı şeyler değillerdi. Örgütün çelikleri ezilmiş ve paslanmış, çizilmiş ve lekelenmiş yada solmuş olsa da fark etmezdi bir kılıcı durduracak kadar sağlamdı her zaman.
Penny’nin henüz giymediği tek parça miğferiydi. Tyrion içeri girdiğinde bir baktı ve ‘’Zırhını giymemişsin. Neler oluyor?’’ dedi.
‘’Olağan şeyler. Çamur, kan ve kahramanlık, öldürmek ve ölmek. Bir savaş körfezin dışında devam ediyor, bir başkası şehirin duvarlarının altında. Yunkai’lilerin her tarafı düşmanla kaplı. En yakın mücadele şimdilik bir fersah uzağımızda ancak çok geçmeden biz de dahil olacağız… İki taraftan birinde. İkinci Oğullar taraf değiştirmeye daima hazırdı, Tyrion bundan neredeyse emindi. Ama emin olmakla neredeyse emin olmak arasında büyük bir uçurum vardı. ''Adamımı yanlış değerlendirirsem hepimiz kayboluruz. ‘’
''Miğferini tak ve kopçaların bağlı olduğundan emin ol. Bir keresinde boğulmayayım diye benimkileri açık bıraktım ve bana bir buruna mal oldu.’’ Tyrion yara izini kaşıdı.
‘’Zırhını giydirmemiz lazım.’’
‘’Çok istiyorsan buyur. Önce deri yelek. Çivili kaynatılmış deri, onun üstüne örgü zırh ve son olarak boyun zırhı.’’ Çadırın içine bir göz attı. ‘’Şarap var mı?’’
‘’Yok.’’
‘’Akşam yemeğinden kalan yarım sürahiye ne oldu?’’
‘’Çeyrek sürahi vardı ve sen içtin.’’
İçini çekti. ‘’Kız kardeşimi bir bardak şarap karşılığında satardım.’’
‘’ Bana kalırsa kız kardeşini bir bardak at sidiğine satardın.’’ Bu beklenmedik cevap karşısında Tyrion yüksek sesli bir kahkaha attı.
‘’At sidiğine olan düşkünlüğüm çok mu biliniyor, yoksa kız kardeşimle mi tanıştın?’’
‘’Onu bir kez gördüm, çocuk kral için mızrak dövüşü yaptığımız zaman. Groat onun güzel olduğunu düşünüyordu.’’
Groat aptal isimli bodur bir yalakaydı. ‘’Sadece bir aptal ayık kafayla savaşa gider. Plumm’da şarap vardır. Savaşta ölürse, o şarabın boşa gitmesi suç sayılır.’’
‘’Dilini tut biraz. Şu yeleği bağlamam lazım.’’
Tyrion denedi ama susunca Katliamın Sesi artıyormuş gibi geldi ve dili tutulamaz oldu.’’Gorzhak zo Eraz örgütü demir adamları denize püskürtmek için kullanmayı istiyor’’ Penny onu giydirirken bir anda bunu söyledi Tyrion. ‘’Yapmaları gereken şey hadımlar kapıdan 3 metre bile uzaklaşmadan önce atlarla beraber tüm kuvvetini göndermek. Kedileri onların solunda, biz ve Rüzgarla Savrulanlar en sağdan. Göğüs göğüse çarpışma, Lekesizler hiçbir mızrak adamından daha iyi veya daha kötü değiller. Onları tehlikeli yapan şey disiplinleri, eğer bir mızrak duvarı oluşturamazlarsa…’’
‘’Kollarını kaldır’’ dedi Penny. ‘’Buraya, evet böyle daha iyi. Belki de Yunkailileri sen komuta etmelisin.’’
‘’Köle askerler kullanıyorlar neden köle kumandanları olmasın ki? Bu oyunu bozardı gerçi. Bilge Ustalar için tüm bu olanlar sadece bir cyvasse oyunu ve bizler de parçalarıyız.’’ Başını bir yöne eğdi Tyrion. ’’Babam ve bu köle tüccarlarının ortak yönleri var’’
‘’Baban? Ne demek istiyorsun?’’
‘’Az önce ilk savaşım aklıma geldi. Yeşil Çatal. Bir yolun ve nehirin arasında savaştık. Babamın ordusunun mevzilendiğini gördüğümde ne kadar güzel olduğunu düşünmüştüm. Demir dikenleri olan kıpkırmızı bir gül. Ve tabiki babam, hiç o kadar şaşalı gözükmemişti. Altın kumaştan yapılmış peleriniyle beraber kıpkırmızı bir zırh giymişti. Omuzlarında bir çift altın aslan vardı, başka bir tanesi miğferinin üstündeydi. Bindiği at muhteşemdi. Lord hazretleri bütün mücadeleyi o atın üstünden izledi ve herhangi bir düşmana yüz metre bile yakında değildi. Altında yüzlerce insan ölürken hiç hareket etmedi, hiç gülmedi, hiç terlemedi. Beni bir kamp taburesine oturmuş, cyvasse oynarken düşün. Eğer bir atım, biraz kızıl zırhım ve altın kumaştan dikilmiş bir büyük pelerinim olsaydı babamla neredeyse ikiz olabilirdik. Ve babam daha uzundu. Ama benim daha çok saçım var.Penny Tyrion’u öptü.
Kız o kadar hızlı hareket etti ki Tyrion düşünecek zaman bulamadı. Bir kuş kadar hızlı atıldı ve dudaklarını Tyrion’unkilere bastırdı. Başladığı kadar hızlı bitti. Bu ne içindi? Az daha söylüyordu fakat ne için olduğunu biliyordu. Teşekkürler diyebilirdi Tyrion fakat Penny bunu tekrar öpüşme isteği olarak algılayabilirdi. Çocuk, seni incitmek gibi bir isteğim yok. Deneyebilirdi fakat Penny çocuk değildi ve hisleri kaybolmazdı.
Çok genç görünüyor. Diye düşündü. Bir kız, hepsi bu. Bir kız, cüce olduğunu düşünmezsen güzel sayılabilir. Saçları kahverenginin açık bir tonuydu. Kalın ve kıvırcık. Gözleri büyüktü ve güvenilirdi. Çok güvenilir.
‘’Sesi duydun mu?’’ dedi Tyrion.
Kız bir an için dinledi. ‘’O nedir?’’ diye sordu bir çift uyumsuz baldır zırhını Tyrion’un bodur bacaklarına bağlarken.
‘’Savaş. Bizim tarafımızda yada en fazla birkaç fersah uzaklıkta. Bu katliam Penny. O adamlar bağırsakları dışarıda sallanırken yere düşüyorlar. Kopmuş uzuvlar, kırılmış kemikler ve havuzlar dolusu kan. Sağanak yağmurdan sonra solucanların niçin yüzeye çıktıklarını biliyor musun? Aynı şeyi yere yeterince kan aktığında da yaptıklarını duydum. Yabancı geliyor Penny. Kara Keçi, Soluk Çocuk, Çok Yüzlü, hangisini söylemek istiyorsan onu söyle. Bu ölüm.’’
‘’Beni korkutuyorsun.’’
‘’Öyle mi? Bu iyi. Korkmalısın. Uğraşmamız gereken Demir doğumlular var ve karaya çıkıyorlar, ve tabii ki Sör Barristan ve Lekesizler’i, onlar da şehirden dışarı çıkıyorlar. Aralarında biz varız, çok yanlış yerde savaşıyoruz. Ben de korkuyorum Penny.’’
‘’Bunları söylüyorsun ama hala dalga geçiyorsun.’’
‘’Alay etmek korkuyu uzakta tutmanın yollarından biri. Bir başkası ise şarap.’’
‘’Cesursun. Küçük insanlar cesur olabilirler.’’
Benim Lannister devim. dediğini duydu Benimle dalga geçiyor. Neredeyse yine tokatlıyordu onu. Yüzü kayboldu.
‘’Seni sinirlendirmek istememiştim. dedi Penny ‘’Affet beni. Sadece korkuyorum, hepsi bu.’’ Tyrion’un eline dokundu. Tyrion sertçe uzaklaştı. ‘’Korkuyorum.’’ bu Shae’in söylediği kelimeydi. Gözleri yumurtalar kadar büyüktü ve her parçasını içime çektim. Onun ne olduğunu biliyordum. Bronn’a benim için bir kadın bulmasını söyledim ve bana Shae’i getirdi. Elleri yumruk şeklini aldı, Shae’in sırıtan silueti gözünün önünden geçti. Boynunu zincirle sıktı, kelebek kadar bir güçle çırpınırken altın eller vücudunun derinliklerine doğru giriyordu. Elinde bir zinciri olsaydı, bir arbaleti olsaydı, bir hançer, herhangi bir şey olsaydı.
Bu sırada Tyrion bağırışları duydu. Karanlık öfkesinin içinde kaybolmuştu, anılar denizinde boğuluyordu fakat bağırışlar onu dünyaya geri getirdi. Ellerini açtı, bir nefes aldı, Penny’e sırtını döndü.’’ Bir şeyler oluyor’’ Ne olduğuna bakmak için dışarı çıktı. Ejderhalar.
Yeşil canavar körfezin üstünde daireler çiziyordu. Aşağısında gemiler yanıp ve çarpışıp paramparça olurken hala havada uçup manevralar yapıyordu. Paralı askerler aptal aptal beyaz ejderhayı izliyorlardı. Üç yüz metre uzaklıkta Adi Kız Kardeş kolunu savurdu, chunk-THUMP, ve altı tane taze ceset gökyüzünde dans etmeye başladı. Yükseğe ve daha yükseğe uçtular. Sonra iki tanesi alev aldı.
Cesetlerden biri düşmeye başladığı sırada ejderha onu yakaladı, dişlerinin arasından solgun ateşler çıkarken cesedi çiğnemeye başladı. Sabah havasına karşı kanatlarını çırptı ve tekrar yükselişe geçti. İkinci ceset uzanmış pençeye çarptı ve inişe geçti, birkaç Yunkaili binicinin arasına düştü. Bazıları alev aldı. Bir at şahlandı ve sahibini üstünden attı. Diğerleri kaçıştılar, ateşlerden kaçmaya çalışırken ateşi daha da kuvvetlendirdiler. Tyrion Lannister kampta panik havasının yayıldığını hissetti.
Keskin ve tanıdık bir sidik kokusu havayı kapladı. Tyrion kendisi mi yaptı diye baktı ve altına işeyenin Tybero Istarion
olduğunu görünce rahatladı. ‘’Pantolonunu değiştirsen iyi olacak.’’ Dedi Tyrion. ‘’Ve bunu yaparken pelerinini kıvırmayı unutma.’’ Hazinebaşının rengi attı ama hareket etmedi.
Haberci geldiğinde hala orada dikilmiş, ejderhanın cesetleri yakalamasını izliyordu. Şerefsiz ulak. Tyrion bu adamın şerefsiz olduğunu bir görüşte anlamıştı. Altın bir zırhı vardı ve altın renkli bir ata biniyordu. Yunkai’nin yüce kumandanı asil ve kudretli Gorzhak zo Eraz tarafından yollandığını bağırmıştı. ‘’Lord Gorzhak Kaptan Plumm’a tebriklerini yolladı ve ricası ordusunu körfezin kıyısına indirmesidir. Gemilerimiz saldırı altında.’’
Gemileriniz batıyor, yanıyor, kaçıyor. Diye aklından geçirdi Tyrion. Gemileriniz ele geçiriliyor, adamlarınız kılıçtan geçiriliyor. Tyrion Casterly Kayasından bir Lannisterdı, Demir Adalara yakındı; Demir Doğumlu istilacılar Kaya’nın kıyılarına çok çok yabancı değillerdi. Yüzyıllardır Lannis Limanı’nı en az üç kere yakmışlardı ve onlarca kez basmışlardı. Batılılar Demir Doğumluların ne kadar vahşi olabileceklerini biliyordu; bu köleler yeni yeni öğreniyorlardı.
‘’Kaptan burada değil.’’ Dedi ulağa Tybero Istarion. ‘’Melessa onu çağırttı.’’
Binici güneşi göstererek ‘’Lady Malazza’nın emri gündoğumunda sona erdi. Lord Gorzhak’ın size dediklerini yapın.’’
‘’Gemilere saldırın mı demek istiyorsun? Şu sudakilere mi?’’ Hazinebaşının yüzü asıldı.’’ Ben nasıl olacağını bilmiyorum ama Brown Ben geri gelince Gorzhakının ne istediğini söyleceyeceğim.’’
‘’Sana bir emir verdim. Bunu hemen gerçekleştireceksin.’’
‘’Biz kaptanımızdan emir alırız.’’ Tybero bunu gayet uysal bir ses tonuyla söyledi. ‘’O burada değil. Sana söyledim.’’
Tyrion ulağın sabrının tükendiğini farkedebildi.’’Savaş başladı. Komutanınız sizinle birlikte olmalı.’’
‘’Olmalı fakat değil. Kız onun için gönderildi. O gitti’’
Ulak morardı.’’Emire itaat etmelisiniz.’’
Snatch ağzının sol tarafından iyi çiğnenmiş bir tomar tütün tükürdü.’’Özürünüz için yalvarıyorum.’’ Dedi Yunkaili binici, ‘’fakat biz hepimiz Lordum gibi binicileriz. Mızraklı birliklere saldıracağız. Bazıları ateşli hendeklerin üstünden atlayacaklar. Fakat daha önce hiç suyun üstünde koşabilen bir at görmedim.’’
‘’Gemiler adam çıkartıyorlar.’’ Diye çığırdı Yunkaili küçük lord. ''Skahazadhan’ın ağzının ateşli bir gemiyle kapattılar ve burada durduğunuz her an kıyıya çıkıyor. Adamlarını topla ve onları denize geri püskürt! Bir an önce! Gorzhak bunu emrediyor!’’
‘’Gorzhak hangisi?’’ diye sordu Kem. ‘’Tavşan olan mı?’’
‘’Puding Surat’’ dedi Tybero. ‘’Tavşan uzungemilere zayıf atları yollayacak kadar salak değil.’’
Binici yeterince şey duymuştu.’’Emrini yerine getirmemeniz hakkında Gorzhak zo Eraz’ı bilgilendireceğim.’’ Dedi sertçe. Atını etrafından döndürdü ve paralı askerlerin kahkahaları eşliğinde geldiği yoldan geri döndü.
Kahkahasını ilk kesen Tybero’ydu.’’Yeter.’’ dedi ağırbaşlı bir havayla. ‘’Bırakın artık şuna gülmeyi.Atları eyerleyin. Ben gerçek emirlerle geldiğinde bütün adamları hazır istiyorum.’’Şu yemek ateşini de söndürün. Savaştan canlı çıkarsanız orucunuzu açabilirsiniz.’’ Bakışları Tyrion’a takıldı. ‘’Neye gülüyorsun? O zırhın içinde yarım bir aptal gibi gözüküyorsun, yarım adam.’’
‘’Yarım bir aptal olmak tam aptal olmaktan iyidir. Diye cevapladı cüce. ‘’Kaybeden taraftayız.’’
‘’Yarımadam haklı.’’ Diye cevapladı Jorah Mormont.’’Daenerys döndüğünde bu köle tacirleri için savaşıyor olmak istemeyiz… ki o dönecek. Hata yapmak istemeyiz. Şimdi sertçe saldıralım ve kraliçe bunu asla unutmaz. Rehinelerini bulalım ve serbest bırakalım. Ve hanemin ve evimin onuru üstüne yemin ederim ki bu başından beri Brown Ben’in planladığı şeydi.’’
Köle Körfezinin dışında, Qartheen kadırgalarından biri tamamen yanıp battı. Tyrion doğuda fillerin çıkardıkları sesleri duyabildi. Altı kız kardeşin kolları yükseldi ve indi, cesetler fırladı. Meereen’in duvarları altında iki mızrak duvarı karşı karşıya geldiği sırada kalkanlar çarpıştı. Ejderhalar yukarı yükseldiler, gölgeleri düşman veya dost farketmeksizin üstlerine düştü.
Tybero elini havaya kaldırdı. ‘’Kitapları aldım. Altınımızı korudum. Anlaşmalarımız ayarladım. Ücretlerimizi topladım, yeterince yemek almaya yetecek paramız olduğundan emin oldum. Kim için ve ne zaman dövüşeceğimize karar vermedim. Bu Brown Ben’in söyleyebileceği bir şey. O döndüğünde bunu onunla kararlaştıracağız.’’
Plumm ve refakatçileri Kız General’in kampından dörtnala geri geldiğinde beyaz ejderha Meereen’in üstündeki yuvasına geri gitmişti. Yeşil olan hala dolanıyordu, iri, yeşil kanatlar hala şehrin ve körfezin üstünde süzülüyordu.
Brown Ben Plumm kaynatılmış derinin üstüne zincir zırh ve plaka zırh giymişti. Omuzlarında salınan ipek pelerini gösteriş karşısında tek taviziydi, hareket ettikçe rengi soluk menekşeyle koyu mor arasında değişiyordu. Atından indi ve seyisine verdi, sonra Snatch’e kaptanları çağırmasını söyledi.
’’Söyle acele etsinler’’ diye ekledi Açgözlü Kasporio.
Tyrion kıdemli değildi ama Esmer Ben ile oynadığı cyvasse oyunları onu çadırının tanınan bir şahsiyeti haline getirmişti .Kasporio ve Tybero yanı sıra Uhlan ve Bokkoko da çağırılanlar arasındaydı. Cüce, Jorah Mormont’u da orada gördüğüne şaşırmıştı.
‘’Adi Kız Kardeşler’i korumakla görevlendirildik,’’ diye bilgilendirdi Brown Ben. Diğer adamlar huzursuz bakışlar attılar. Jorah sorana kadar kimse konuşmak istemiyormuş gibi görünüyordu: ‘’Kimin komutasında?’’
‘’Kız’ın. Sör Büyükbaba Harridan için savaşıyor, fakat Kız, Barristan’ın sıradaki hedefinin Adi Kız Kardeşler olmasından korkuyor. Hayalet çoktan çökertildi.Marselen’in azat edilmiş köleleri Uzun Mızrak’ı çürük bir sopaymış gibi kırdılar ve zincirler takıp sürüklediler. Kız, Selmy’nin bütün mancınıkları yıkmak istediğini söyledi.’’
‘Ben de olsam aynısını yapardım.’’ Dedi Sör Jorah. ‘’Ama daha çabuk yapardım.’’ ‘’Kız neden emirler vermeye devam ediyor?’’ dedi Tybero şaşkın şaşkın. ‘’Gündoğumu geldi ve geçti. Güneşi göremiyor mu? Hala yüce bir kumandanmış gibi davranamaya devam ediyor.’’ ‘’Eğer kızın yerinde olsaydın ve Puding Surat’ın kumandanlığı üstlenmek üzere olduğunu bilseydin Sen de emirleri vermeye devam ederdin’’ Dedi Mormont.
‘’İkisi de birbirinden beter.’’ Diye itiraz etti Kasporio.
‘’Doğru.’’ Dedi Tyrion, ‘’fakat Malazza’nın daha güzel memeleri var.’’
‘’Adi Kız Kardeş arbaletçilerle savunulur. Akreplerle, mancınıklarla. Asıl onlara ihtiyaç var. Sabit bir noktayı savunmak için atlı askerler kullanılmaz. Kız bizi oraya atsız göndermek mi istiyor? O halde neden mızrakçıları ve sapancıları kullanmıyor?’’
Kem sarı kafasını çadırın içine soktu.’’ Rahatsız ettiğim için affedin lordlarım, başka bir binici geldi. Yüce kumandandan yeni emirler getirdiğini söylüyor.’’
Brown Ben Tyrion’a şöyle bir baktı sonra omuz silkti: ‘’Söyle gelsin buraya.’’
‘’Buraya mı?’’ diye sordu Kem şaşkınlıkla.
‘’Burada gibi gözüüyorsam burayadır.’’ Dedi Plumm kızgınlıkla.’’ Başka bir yere giderse beni bulamaz.’’
Kem dışarı çıktı. Döndüğünde, yeşil ipek pelerini ve uyumlu pantolon olanı Yunkai soylusu için çadırın girişindeki kumaşı tuttu.Adamın yağlı siyah saçı kafasında ufak güller filizlenmiş gibi gösterilmek için örülmüş, bükülmüş ve verniklenmişti. Zırhına öyle müstehcen bir oyma yapılmıştı ki Tyrion adamla akrabaymış gibi hissetti.
‘’Lekesizler Harpiya’nın Oğulları’nın üstüne gidiyorlar.’’ Dedi ulak. ‘’Kanlısakal ve iki Ghiscari alayı onların karşısında duruyor. Onlar safları tutarken siz de hadımların arkasına dolanıp kıçlarına tekmeyi basacaksınız, hiç zaiyat olmayacak. Saldırı Yunkai’nin yüce kumandanı asil ve kudretli Morghar zo Zherzyn tarafından komuta edilecek.
‘’Morghar?’’ diyip kaşlarını çattı Kasporio.’’ Hayır, bugün Gorzhak yönetiyor.’’
‘Gorkhaz Zo Eraz hain bir Pentos’lu tarafından öldürüldü Kendi kendini isimlendiren, Hırpani Prens denen dönek yaptığı alçaklığı bağırarak ölecek, asil Morghar söz veriyor.’’ Brown Ben sakalını kaşıdı. ‘’Rüzgarla Savrulanlar taraf mı değiştirdi?’’ Hafiften ilgiliymiş gibi bir tonla sordu.
Tyrion kıkırdadı. ‘’Ve şimdi Puding Surat’ın yerine başımıza Sarhoş Fatih geçti. Kafasını içkiden kaldırıp da komuta verebilirse iyidir.’’
Yunkaili adam cüceye baktı. ‘’Dilini tut seni küçük haşe…’’ Bir anda lafını değiştirdi. ‘’Bu küstah cüce kaçak bir köle. Yezzan zo Qoggaz’a ait bu.’’
‘’Yanılıyorsun. O benim silah arkadaşım. Özgür bir adam ve bir İkinci Oğul. Yezzan’ın kölelerine altın tasmalar takılır.’’ Brown Ben en sevimli gülümsemesini gösterdi. ‘’Küçük zilli altın tasmalar. Hiç zil duyuyor musun? Ben duyamıyorum.’’
‘’Tasmalar çıkartılabilir. Bu cücenin bir an önce cezasını çekmesi için teslim edilmesini istiyorum.’’
‘’Oo çok asabisin. Jorah, sen ne diyorsun?’’
Uzunkılıcını göstererek ‘’Bunu.’’ Dedi. Binici döndüğünde Jorah kılıcı adamın boynuna soktu. Sivri ucu Yunkaili’nin ensesinden çıktı, kızıl ve ıslak. Ağzından kanlı baloncuklar çıktı ve çenesinden aşağı aktı. Herif sallana sallana iki adım atabildi sonra da cyvasse masasının üstüne düştü, ahşap ordu etrafa saçıldı. Birkaç kere daha titredi. Bir eli kuvvetsizce ters dönmüş masayı tırmalarken diğer eliyle Mormont’un kılıcını kavradı. Ancak o zaman herifin öldüğü anlaşıldı. Yağlı siyah gül demeti ve kızıl kanlar yerlere saçıldı. Jorah kılıcını ölü adamın boynundan çıkardı. Kılıcının ucundan kan damladı.
Beyaz cyvasse ejderhası Tyrion’un bacaklarının dibine düştü. Taşı yerden aldı, kıyafetinin koluna sildi fakat güzel oymalarının arasında Yunkaili kanının izleri kaldı, soluk renkli ahşap kırmızı damarları varmış gibi gözüküyordu. ‘’Kraliçemiz Daenerys’e selam olsun.’’ Yaşıyor olabilir belki de ölmüş de olabilir. Kanlı ejderhayı havaya attı, sırıttı. ‘’ Daima Kraliçe’nin adamlarıydık.’’ Diye duyurdu Brown Ben Plumm. ‘’ Yunkaililer’e katılmamız sadece numaraydı.’’
‘’Ve çok zekice bir numaraydı.’’ Tyrion ayağıyla ölü adama dokundu. ‘’Bu zırh uyarsa benimdir.’’
Uzaklarda bir yerde, ölmekte olan bir adam annesine bağırıyordu. Bir adam, İkinci Oğullar’ın kuzeyindeki kampta “Atlara!” diye bağırdı Ghiscari dilinde. “Atlara! Atlara!” Yüksek ve tiz sesi, sabahın havasıyla çok uzaklara, kendi kampının ötesine taşındı. Tyrion, kelimeleri anlayacak kadar Ghiscari dilini biliyordu; ancak sesteki korku her dilde aynıydı. Onun ne hissettiğini biliyorum.
Biliyordu Tyrion, kendi atını bulmanın zamanı gelmişti. Ölü oğlanların zırhlarını giymenin zamanı gelmişti, kemerine bir kılıç ve hançer iliştirmenin, orası burası yamulmuş kaskı başına takmanın zamanı gelmişti. Şafak sökmüştü, güneşin ilk ışıkları şehrin duvarlarının ve kulelerinin ardından parlıyordu, kör edercesine parlak. Batıda yıldızlar bir bir parlaklığını kaybediyordu. Borazanlar Skahazadhan’nın kıyılarında üfleniyordu, aynı şekilde Meeren’in duvarlarından savaş boruları cevap veriyordu. Nehirin ağzında bir gemi alevler içinde batıyordu. Köle Körfezinde savaş gemileri çarpışırken ejderhalar ve ölü adamlar gökyüzüne gidiyorlardı. Tyrion uzak mesafeden olanları göremedi fakat işitti; gemilerin kafa kafaya çarpışması, Demirdoğumluların büyük savaş boruları, Qarth’ın gürütülü tuhaf ıslıkları, çatırdayan küreklerin sesleri, baltanın kalkana saplanışı, yaralı adamların çığlıkları. Birçok gemi hala körfezin uzaklarındaydı, çıkardıkları sesler soluk ve derinden geliyordu ama biliyordu ki hepsi aynıydı. Katliamın şarkısı.
Durduğu yerden üç yüz metre uzakta Adi Kız Kardeş’i gördü, uzun kolu ceset yığınlarıyla birlikte sallanıyor, şişmiş ve çıplak cesetler uçuyordu. Kuşatma kampları gül ve altındanmışcasına sisin altında parıldarken Meeren’in ünlü basamaklı piramitleri soluk birer enkazı andırıyordu. Bir tanesinin yukarısında bir şey hareket ediyordu. Bir ejderha ama hangisi? Bu kadar mesafeden bir kartal zannedilebilirdi. Çok büyük bir kartal.
İkinci Oğullar’ın küflü çadırlarında saklanarak geçen birkaç günden sonra dışarıdaki hava fazla temiz ve taze kokuyordu. Olduğu yerden denizi görememesine rağmen keskin tuz kokusu denizin yakınlarda olduğunu söyledi. Ciğerlerini havayla doldurdu. Savaşmak için güzel bir gün. Doğudaki davulun sesi kavrulmuş ovada yayıldı. Elinde Rüzgarla Savrulanlar’ın mavi sancağını taşıyan atlı bir birlik Harridan’ın yanından şimşek gibi geçti.
Göğüs uçlarında halkalar olan Yunkai’li adamın bir köle askerin gözlerinin arasına balta saplanmasını aptal bir adam eğlenceli bulabilirdi. Genç bir adam muazzam ve büyüleyici olduğunu düşünebilirdi. Ama Tyrion Lannister daha iyisini bilirdi. Tanrılar beni kılıç kullanmam için yaratmamışlar diye düşündü, peki o zaman beni neden sürekli savaşların içine atıyorlar.
Kimse duymadı. Kimse cevaplamadı. Kimse umursamadı Tyrion’ı.
Tyrion kendini ilk savaşını düşünürken buldu. Shae’in ilk sevişmesinden sonraydı, babasının savaş borularıyla uyandırılmıştı. Gecenin bir yarısı kollarında çırılçıplak titreyen tatlı fahişesi, ürkmüş bir çocuk. Belki de hepsi yalandı, iyi hissetmemi sağlamak için oynadığı bir oyun. Shae ne kadar iyi bir oyuncuymuş diye içinden geçirdi. Zırhını giymesine yardım etmesi için Podrick Payne’e bağırdığında çocuk horul horul uyuyordu. Gördüğüm en hızlı delikanlı değildi ama adam gibi bir yaverdi. Umarım hizmet edecek daha iyi bir adam bulur.
Biraz acayipti ama, Tyrion Yeşil Çatal Savaşı’nı Karasu Savaşı’ndan daha iyi hatırlıyordu. Bu benim ilk savaşımdı. Herkes ilk savaşını hatırlar.Nehirin üstünden geçip giden sisi hatırladı, sazlıklara doğru giden soluk beyaz parmaklar gibiydiler. Ve o gündoğumunun güzelliği, bunu da hatırlıyordu; yıldızlar mor gökyüzünde dağılmışlardı, sabah çiyi ile ıslanmış çimenler cam gibi parlıyordu, kırmızı parlaklık doğudaydı. Shae, Pod’a yardım edip Tyrion’a uyumsuz ve garip zırhını giydirirken Shae’in parmaklarının ufak temaslarını hatırladı. Tanrının belası miğfer. Üstünde çiviler olan bir kova gibiydi. O çiviler hayatını kurtarmıştı, ilk savaşını kazanmasına rağmen Tyrion’un o günkü hali o kadar aptaldı ki Penny ve Groat onun yarısı kadar bile aptal gözükemezdi. Shae Tyrion’un zırhlar içinde dehşetli gözüktüğünü söyledi. Nasıl bu kadar kör,sağır ve aptal olabildim? Erkekliğimle düşünmemem gerekirdi.
İkinci Oğullar atlarını eğerliyorlardı, sakin, acele etmeden ve doğru şekilde; bu daha önce yüzlerce kez yaptıkları bir şey değildi, genelde aceleyle yaparlardı. Bazıları elden ele bir şeyler taşıyorlardı, şarap veya su olabilirdi, Tyrion tam olarak seçemedi. Bokkoko edepsizce sevgilisini öpüyordu, koca ellerinden biriyle oğlanın kıçını okşuyor, diğerini de saçlarında gezdiriyordu. Onların arkasında, Sör Garibald beygirinin yelesini tarıyordu. Kem bir taşın üstüne çömmüştü, dik dik yere bakıyordu… Muhtemelen ölmüş abisini düşünüyordu ya da Kral Toprakları’ndaki o arkadaşını. Çekiç ve Çivi adamları kontrol ediyordu, silahlara ve mızraklara bakıyor, zırhları ayarlıyor, ağzı körelen bıçakları bileyliyorlardı. Snatch tütününü çiğniyor, aptal şakalar yapıyor ve uzun kavisli koluyla bacak arasını kaşıyordu. Ondaki bir şeyler Tyrion’a Bronn’u hatırlattı. Karasu’dan Sör Bronn şimdilerde, tabi kız kardeşim onu öldürmediyse. Bu ihtimal Cersei’nin düşündüğü kadar basit olmayabilirdi. İkinci Oğullar’ın kaç tane savaşta dövüştüğünü merak etti Tyrion. Kaç tane çarpışmaya girdiklerini, kaç tane baskın yaptıklarını,kaç tane şehire zorla girdiklerini, kaç tane kardeşlerini gömdüklerini veya çürümeye bıraktıklarını merak etti.
Bu Tyrion’un üçüncü muharebesi olacaktı. Deneyimli ve soylu, damgalı ve mühürlü, ispatlanmış bir savaşçı işte o benim. Birkaç adam öldürdüm ve bir o kadar yaraladım, kendim de yaralandım ama öldürdüklerimi anlatacak kadar yaşadım. Taarruzları yönettim, adamların benim ismimi bağırdıklarını duydum, daha iyilerini ve daha büyüklerini öldürdüm,birkaç zaferin tadını bile aldım… Ve bu kahramanlar için yeterince lezzetli bir şarap sayılmaz mıydı? Başka tatları da sevemez miydim? Yaptığı ve gördüğü tüm şeylere rağmen yeni bir savaşa katılacak olması Tyrion’ı dehşete düşürüyordu Dünyanın yarsını dolaşmıştı kimi zaman bir tahtırevanda, kim zaman bir direkli teknede, bir domuzun üstünde, köle ve ticaret gemilerinde, fahişelerin ve atların sırtında, Her seferinde kendine hayatta kalmasının ya da ölmesinin artık umrunda olmadığını söyledi. Ancak her defasında daha çok önemsediğini gördü.
Yabancı soluk kısrağa binmiş ve elinde kılıçla üstlerine doğru geliyordu ama Tyrion’un onunla yüzleşmek konusunda bir ilgisi yoktu. Şimdi değil. Henüz değil. Bugün değil. Sen nasıl bir dolandırıcısın Küçük Şeytan, yüzlerce muhafızın karına tecavüz etmesine izin verdin, babanı karnından vurdun, sevgilinin boğazını yüzü kararana kadar altın zincirle sıktın, fakat hala yaşamayı hakettiğini düşünüyorsun.
Tyrion, Penny ile ortak kullandıkları çadıra daldığında Penny çoktan zırhını giymişti. Penny yıllardır kendini tahta bir plakaya bağlıyordu; tokalar ve kopçalar hakkında uzman olduktan sonra tahta plaka ve zincir zırh çok farklı şeyler değillerdi. Örgütün çelikleri ezilmiş ve paslanmış, çizilmiş ve lekelenmiş yada solmuş olsa da fark etmezdi bir kılıcı durduracak kadar sağlamdı her zaman.
Penny’nin henüz giymediği tek parça miğferiydi. Tyrion içeri girdiğinde bir baktı ve ‘’Zırhını giymemişsin. Neler oluyor?’’ dedi.
‘’Olağan şeyler. Çamur, kan ve kahramanlık, öldürmek ve ölmek. Bir savaş körfezin dışında devam ediyor, bir başkası şehirin duvarlarının altında. Yunkai’lilerin her tarafı düşmanla kaplı. En yakın mücadele şimdilik bir fersah uzağımızda ancak çok geçmeden biz de dahil olacağız… İki taraftan birinde. İkinci Oğullar taraf değiştirmeye daima hazırdı, Tyrion bundan neredeyse emindi. Ama emin olmakla neredeyse emin olmak arasında büyük bir uçurum vardı. ''Adamımı yanlış değerlendirirsem hepimiz kayboluruz. ‘’
''Miğferini tak ve kopçaların bağlı olduğundan emin ol. Bir keresinde boğulmayayım diye benimkileri açık bıraktım ve bana bir buruna mal oldu.’’ Tyrion yara izini kaşıdı.
‘’Zırhını giydirmemiz lazım.’’
‘’Çok istiyorsan buyur. Önce deri yelek. Çivili kaynatılmış deri, onun üstüne örgü zırh ve son olarak boyun zırhı.’’ Çadırın içine bir göz attı. ‘’Şarap var mı?’’
‘’Yok.’’
‘’Akşam yemeğinden kalan yarım sürahiye ne oldu?’’
‘’Çeyrek sürahi vardı ve sen içtin.’’
İçini çekti. ‘’Kız kardeşimi bir bardak şarap karşılığında satardım.’’
‘’ Bana kalırsa kız kardeşini bir bardak at sidiğine satardın.’’ Bu beklenmedik cevap karşısında Tyrion yüksek sesli bir kahkaha attı.
‘’At sidiğine olan düşkünlüğüm çok mu biliniyor, yoksa kız kardeşimle mi tanıştın?’’
‘’Onu bir kez gördüm, çocuk kral için mızrak dövüşü yaptığımız zaman. Groat onun güzel olduğunu düşünüyordu.’’
Groat aptal isimli bodur bir yalakaydı. ‘’Sadece bir aptal ayık kafayla savaşa gider. Plumm’da şarap vardır. Savaşta ölürse, o şarabın boşa gitmesi suç sayılır.’’
‘’Dilini tut biraz. Şu yeleği bağlamam lazım.’’
Tyrion denedi ama susunca Katliamın Sesi artıyormuş gibi geldi ve dili tutulamaz oldu.’’Gorzhak zo Eraz örgütü demir adamları denize püskürtmek için kullanmayı istiyor’’ Penny onu giydirirken bir anda bunu söyledi Tyrion. ‘’Yapmaları gereken şey hadımlar kapıdan 3 metre bile uzaklaşmadan önce atlarla beraber tüm kuvvetini göndermek. Kedileri onların solunda, biz ve Rüzgarla Savrulanlar en sağdan. Göğüs göğüse çarpışma, Lekesizler hiçbir mızrak adamından daha iyi veya daha kötü değiller. Onları tehlikeli yapan şey disiplinleri, eğer bir mızrak duvarı oluşturamazlarsa…’’
‘’Kollarını kaldır’’ dedi Penny. ‘’Buraya, evet böyle daha iyi. Belki de Yunkailileri sen komuta etmelisin.’’
‘’Köle askerler kullanıyorlar neden köle kumandanları olmasın ki? Bu oyunu bozardı gerçi. Bilge Ustalar için tüm bu olanlar sadece bir cyvasse oyunu ve bizler de parçalarıyız.’’ Başını bir yöne eğdi Tyrion. ’’Babam ve bu köle tüccarlarının ortak yönleri var’’
‘’Baban? Ne demek istiyorsun?’’
‘’Az önce ilk savaşım aklıma geldi. Yeşil Çatal. Bir yolun ve nehirin arasında savaştık. Babamın ordusunun mevzilendiğini gördüğümde ne kadar güzel olduğunu düşünmüştüm. Demir dikenleri olan kıpkırmızı bir gül. Ve tabiki babam, hiç o kadar şaşalı gözükmemişti. Altın kumaştan yapılmış peleriniyle beraber kıpkırmızı bir zırh giymişti. Omuzlarında bir çift altın aslan vardı, başka bir tanesi miğferinin üstündeydi. Bindiği at muhteşemdi. Lord hazretleri bütün mücadeleyi o atın üstünden izledi ve herhangi bir düşmana yüz metre bile yakında değildi. Altında yüzlerce insan ölürken hiç hareket etmedi, hiç gülmedi, hiç terlemedi. Beni bir kamp taburesine oturmuş, cyvasse oynarken düşün. Eğer bir atım, biraz kızıl zırhım ve altın kumaştan dikilmiş bir büyük pelerinim olsaydı babamla neredeyse ikiz olabilirdik. Ve babam daha uzundu. Ama benim daha çok saçım var.Penny Tyrion’u öptü.
Kız o kadar hızlı hareket etti ki Tyrion düşünecek zaman bulamadı. Bir kuş kadar hızlı atıldı ve dudaklarını Tyrion’unkilere bastırdı. Başladığı kadar hızlı bitti. Bu ne içindi? Az daha söylüyordu fakat ne için olduğunu biliyordu. Teşekkürler diyebilirdi Tyrion fakat Penny bunu tekrar öpüşme isteği olarak algılayabilirdi. Çocuk, seni incitmek gibi bir isteğim yok. Deneyebilirdi fakat Penny çocuk değildi ve hisleri kaybolmazdı.
Çok genç görünüyor. Diye düşündü. Bir kız, hepsi bu. Bir kız, cüce olduğunu düşünmezsen güzel sayılabilir. Saçları kahverenginin açık bir tonuydu. Kalın ve kıvırcık. Gözleri büyüktü ve güvenilirdi. Çok güvenilir.
‘’Sesi duydun mu?’’ dedi Tyrion.
Kız bir an için dinledi. ‘’O nedir?’’ diye sordu bir çift uyumsuz baldır zırhını Tyrion’un bodur bacaklarına bağlarken.
‘’Savaş. Bizim tarafımızda yada en fazla birkaç fersah uzaklıkta. Bu katliam Penny. O adamlar bağırsakları dışarıda sallanırken yere düşüyorlar. Kopmuş uzuvlar, kırılmış kemikler ve havuzlar dolusu kan. Sağanak yağmurdan sonra solucanların niçin yüzeye çıktıklarını biliyor musun? Aynı şeyi yere yeterince kan aktığında da yaptıklarını duydum. Yabancı geliyor Penny. Kara Keçi, Soluk Çocuk, Çok Yüzlü, hangisini söylemek istiyorsan onu söyle. Bu ölüm.’’
‘’Beni korkutuyorsun.’’
‘’Öyle mi? Bu iyi. Korkmalısın. Uğraşmamız gereken Demir doğumlular var ve karaya çıkıyorlar, ve tabii ki Sör Barristan ve Lekesizler’i, onlar da şehirden dışarı çıkıyorlar. Aralarında biz varız, çok yanlış yerde savaşıyoruz. Ben de korkuyorum Penny.’’
‘’Bunları söylüyorsun ama hala dalga geçiyorsun.’’
‘’Alay etmek korkuyu uzakta tutmanın yollarından biri. Bir başkası ise şarap.’’
‘’Cesursun. Küçük insanlar cesur olabilirler.’’
Benim Lannister devim. dediğini duydu Benimle dalga geçiyor. Neredeyse yine tokatlıyordu onu. Yüzü kayboldu.
‘’Seni sinirlendirmek istememiştim. dedi Penny ‘’Affet beni. Sadece korkuyorum, hepsi bu.’’ Tyrion’un eline dokundu. Tyrion sertçe uzaklaştı. ‘’Korkuyorum.’’ bu Shae’in söylediği kelimeydi. Gözleri yumurtalar kadar büyüktü ve her parçasını içime çektim. Onun ne olduğunu biliyordum. Bronn’a benim için bir kadın bulmasını söyledim ve bana Shae’i getirdi. Elleri yumruk şeklini aldı, Shae’in sırıtan silueti gözünün önünden geçti. Boynunu zincirle sıktı, kelebek kadar bir güçle çırpınırken altın eller vücudunun derinliklerine doğru giriyordu. Elinde bir zinciri olsaydı, bir arbaleti olsaydı, bir hançer, herhangi bir şey olsaydı.
Bu sırada Tyrion bağırışları duydu. Karanlık öfkesinin içinde kaybolmuştu, anılar denizinde boğuluyordu fakat bağırışlar onu dünyaya geri getirdi. Ellerini açtı, bir nefes aldı, Penny’e sırtını döndü.’’ Bir şeyler oluyor’’ Ne olduğuna bakmak için dışarı çıktı. Ejderhalar.
Yeşil canavar körfezin üstünde daireler çiziyordu. Aşağısında gemiler yanıp ve çarpışıp paramparça olurken hala havada uçup manevralar yapıyordu. Paralı askerler aptal aptal beyaz ejderhayı izliyorlardı. Üç yüz metre uzaklıkta Adi Kız Kardeş kolunu savurdu, chunk-THUMP, ve altı tane taze ceset gökyüzünde dans etmeye başladı. Yükseğe ve daha yükseğe uçtular. Sonra iki tanesi alev aldı.
Cesetlerden biri düşmeye başladığı sırada ejderha onu yakaladı, dişlerinin arasından solgun ateşler çıkarken cesedi çiğnemeye başladı. Sabah havasına karşı kanatlarını çırptı ve tekrar yükselişe geçti. İkinci ceset uzanmış pençeye çarptı ve inişe geçti, birkaç Yunkaili binicinin arasına düştü. Bazıları alev aldı. Bir at şahlandı ve sahibini üstünden attı. Diğerleri kaçıştılar, ateşlerden kaçmaya çalışırken ateşi daha da kuvvetlendirdiler. Tyrion Lannister kampta panik havasının yayıldığını hissetti.
Keskin ve tanıdık bir sidik kokusu havayı kapladı. Tyrion kendisi mi yaptı diye baktı ve altına işeyenin Tybero Istarion
olduğunu görünce rahatladı. ‘’Pantolonunu değiştirsen iyi olacak.’’ Dedi Tyrion. ‘’Ve bunu yaparken pelerinini kıvırmayı unutma.’’ Hazinebaşının rengi attı ama hareket etmedi.
Haberci geldiğinde hala orada dikilmiş, ejderhanın cesetleri yakalamasını izliyordu. Şerefsiz ulak. Tyrion bu adamın şerefsiz olduğunu bir görüşte anlamıştı. Altın bir zırhı vardı ve altın renkli bir ata biniyordu. Yunkai’nin yüce kumandanı asil ve kudretli Gorzhak zo Eraz tarafından yollandığını bağırmıştı. ‘’Lord Gorzhak Kaptan Plumm’a tebriklerini yolladı ve ricası ordusunu körfezin kıyısına indirmesidir. Gemilerimiz saldırı altında.’’
Gemileriniz batıyor, yanıyor, kaçıyor. Diye aklından geçirdi Tyrion. Gemileriniz ele geçiriliyor, adamlarınız kılıçtan geçiriliyor. Tyrion Casterly Kayasından bir Lannisterdı, Demir Adalara yakındı; Demir Doğumlu istilacılar Kaya’nın kıyılarına çok çok yabancı değillerdi. Yüzyıllardır Lannis Limanı’nı en az üç kere yakmışlardı ve onlarca kez basmışlardı. Batılılar Demir Doğumluların ne kadar vahşi olabileceklerini biliyordu; bu köleler yeni yeni öğreniyorlardı.
‘’Kaptan burada değil.’’ Dedi ulağa Tybero Istarion. ‘’Melessa onu çağırttı.’’
Binici güneşi göstererek ‘’Lady Malazza’nın emri gündoğumunda sona erdi. Lord Gorzhak’ın size dediklerini yapın.’’
‘’Gemilere saldırın mı demek istiyorsun? Şu sudakilere mi?’’ Hazinebaşının yüzü asıldı.’’ Ben nasıl olacağını bilmiyorum ama Brown Ben geri gelince Gorzhakının ne istediğini söyleceyeceğim.’’
‘’Sana bir emir verdim. Bunu hemen gerçekleştireceksin.’’
‘’Biz kaptanımızdan emir alırız.’’ Tybero bunu gayet uysal bir ses tonuyla söyledi. ‘’O burada değil. Sana söyledim.’’
Tyrion ulağın sabrının tükendiğini farkedebildi.’’Savaş başladı. Komutanınız sizinle birlikte olmalı.’’
‘’Olmalı fakat değil. Kız onun için gönderildi. O gitti’’
Ulak morardı.’’Emire itaat etmelisiniz.’’
Snatch ağzının sol tarafından iyi çiğnenmiş bir tomar tütün tükürdü.’’Özürünüz için yalvarıyorum.’’ Dedi Yunkaili binici, ‘’fakat biz hepimiz Lordum gibi binicileriz. Mızraklı birliklere saldıracağız. Bazıları ateşli hendeklerin üstünden atlayacaklar. Fakat daha önce hiç suyun üstünde koşabilen bir at görmedim.’’
‘’Gemiler adam çıkartıyorlar.’’ Diye çığırdı Yunkaili küçük lord. ''Skahazadhan’ın ağzının ateşli bir gemiyle kapattılar ve burada durduğunuz her an kıyıya çıkıyor. Adamlarını topla ve onları denize geri püskürt! Bir an önce! Gorzhak bunu emrediyor!’’
‘’Gorzhak hangisi?’’ diye sordu Kem. ‘’Tavşan olan mı?’’
‘’Puding Surat’’ dedi Tybero. ‘’Tavşan uzungemilere zayıf atları yollayacak kadar salak değil.’’
Binici yeterince şey duymuştu.’’Emrini yerine getirmemeniz hakkında Gorzhak zo Eraz’ı bilgilendireceğim.’’ Dedi sertçe. Atını etrafından döndürdü ve paralı askerlerin kahkahaları eşliğinde geldiği yoldan geri döndü.
Kahkahasını ilk kesen Tybero’ydu.’’Yeter.’’ dedi ağırbaşlı bir havayla. ‘’Bırakın artık şuna gülmeyi.Atları eyerleyin. Ben gerçek emirlerle geldiğinde bütün adamları hazır istiyorum.’’Şu yemek ateşini de söndürün. Savaştan canlı çıkarsanız orucunuzu açabilirsiniz.’’ Bakışları Tyrion’a takıldı. ‘’Neye gülüyorsun? O zırhın içinde yarım bir aptal gibi gözüküyorsun, yarım adam.’’
‘’Yarım bir aptal olmak tam aptal olmaktan iyidir. Diye cevapladı cüce. ‘’Kaybeden taraftayız.’’
‘’Yarımadam haklı.’’ Diye cevapladı Jorah Mormont.’’Daenerys döndüğünde bu köle tacirleri için savaşıyor olmak istemeyiz… ki o dönecek. Hata yapmak istemeyiz. Şimdi sertçe saldıralım ve kraliçe bunu asla unutmaz. Rehinelerini bulalım ve serbest bırakalım. Ve hanemin ve evimin onuru üstüne yemin ederim ki bu başından beri Brown Ben’in planladığı şeydi.’’
Köle Körfezinin dışında, Qartheen kadırgalarından biri tamamen yanıp battı. Tyrion doğuda fillerin çıkardıkları sesleri duyabildi. Altı kız kardeşin kolları yükseldi ve indi, cesetler fırladı. Meereen’in duvarları altında iki mızrak duvarı karşı karşıya geldiği sırada kalkanlar çarpıştı. Ejderhalar yukarı yükseldiler, gölgeleri düşman veya dost farketmeksizin üstlerine düştü.
Tybero elini havaya kaldırdı. ‘’Kitapları aldım. Altınımızı korudum. Anlaşmalarımız ayarladım. Ücretlerimizi topladım, yeterince yemek almaya yetecek paramız olduğundan emin oldum. Kim için ve ne zaman dövüşeceğimize karar vermedim. Bu Brown Ben’in söyleyebileceği bir şey. O döndüğünde bunu onunla kararlaştıracağız.’’
Plumm ve refakatçileri Kız General’in kampından dörtnala geri geldiğinde beyaz ejderha Meereen’in üstündeki yuvasına geri gitmişti. Yeşil olan hala dolanıyordu, iri, yeşil kanatlar hala şehrin ve körfezin üstünde süzülüyordu.
Brown Ben Plumm kaynatılmış derinin üstüne zincir zırh ve plaka zırh giymişti. Omuzlarında salınan ipek pelerini gösteriş karşısında tek taviziydi, hareket ettikçe rengi soluk menekşeyle koyu mor arasında değişiyordu. Atından indi ve seyisine verdi, sonra Snatch’e kaptanları çağırmasını söyledi.
’’Söyle acele etsinler’’ diye ekledi Açgözlü Kasporio.
Tyrion kıdemli değildi ama Esmer Ben ile oynadığı cyvasse oyunları onu çadırının tanınan bir şahsiyeti haline getirmişti .Kasporio ve Tybero yanı sıra Uhlan ve Bokkoko da çağırılanlar arasındaydı. Cüce, Jorah Mormont’u da orada gördüğüne şaşırmıştı.
‘’Adi Kız Kardeşler’i korumakla görevlendirildik,’’ diye bilgilendirdi Brown Ben. Diğer adamlar huzursuz bakışlar attılar. Jorah sorana kadar kimse konuşmak istemiyormuş gibi görünüyordu: ‘’Kimin komutasında?’’
‘’Kız’ın. Sör Büyükbaba Harridan için savaşıyor, fakat Kız, Barristan’ın sıradaki hedefinin Adi Kız Kardeşler olmasından korkuyor. Hayalet çoktan çökertildi.Marselen’in azat edilmiş köleleri Uzun Mızrak’ı çürük bir sopaymış gibi kırdılar ve zincirler takıp sürüklediler. Kız, Selmy’nin bütün mancınıkları yıkmak istediğini söyledi.’’
‘Ben de olsam aynısını yapardım.’’ Dedi Sör Jorah. ‘’Ama daha çabuk yapardım.’’ ‘’Kız neden emirler vermeye devam ediyor?’’ dedi Tybero şaşkın şaşkın. ‘’Gündoğumu geldi ve geçti. Güneşi göremiyor mu? Hala yüce bir kumandanmış gibi davranamaya devam ediyor.’’ ‘’Eğer kızın yerinde olsaydın ve Puding Surat’ın kumandanlığı üstlenmek üzere olduğunu bilseydin Sen de emirleri vermeye devam ederdin’’ Dedi Mormont.
‘’İkisi de birbirinden beter.’’ Diye itiraz etti Kasporio.
‘’Doğru.’’ Dedi Tyrion, ‘’fakat Malazza’nın daha güzel memeleri var.’’
‘’Adi Kız Kardeş arbaletçilerle savunulur. Akreplerle, mancınıklarla. Asıl onlara ihtiyaç var. Sabit bir noktayı savunmak için atlı askerler kullanılmaz. Kız bizi oraya atsız göndermek mi istiyor? O halde neden mızrakçıları ve sapancıları kullanmıyor?’’
Kem sarı kafasını çadırın içine soktu.’’ Rahatsız ettiğim için affedin lordlarım, başka bir binici geldi. Yüce kumandandan yeni emirler getirdiğini söylüyor.’’
Brown Ben Tyrion’a şöyle bir baktı sonra omuz silkti: ‘’Söyle gelsin buraya.’’
‘’Buraya mı?’’ diye sordu Kem şaşkınlıkla.
‘’Burada gibi gözüüyorsam burayadır.’’ Dedi Plumm kızgınlıkla.’’ Başka bir yere giderse beni bulamaz.’’
Kem dışarı çıktı. Döndüğünde, yeşil ipek pelerini ve uyumlu pantolon olanı Yunkai soylusu için çadırın girişindeki kumaşı tuttu.Adamın yağlı siyah saçı kafasında ufak güller filizlenmiş gibi gösterilmek için örülmüş, bükülmüş ve verniklenmişti. Zırhına öyle müstehcen bir oyma yapılmıştı ki Tyrion adamla akrabaymış gibi hissetti.
‘’Lekesizler Harpiya’nın Oğulları’nın üstüne gidiyorlar.’’ Dedi ulak. ‘’Kanlısakal ve iki Ghiscari alayı onların karşısında duruyor. Onlar safları tutarken siz de hadımların arkasına dolanıp kıçlarına tekmeyi basacaksınız, hiç zaiyat olmayacak. Saldırı Yunkai’nin yüce kumandanı asil ve kudretli Morghar zo Zherzyn tarafından komuta edilecek.
‘’Morghar?’’ diyip kaşlarını çattı Kasporio.’’ Hayır, bugün Gorzhak yönetiyor.’’
‘Gorkhaz Zo Eraz hain bir Pentos’lu tarafından öldürüldü Kendi kendini isimlendiren, Hırpani Prens denen dönek yaptığı alçaklığı bağırarak ölecek, asil Morghar söz veriyor.’’ Brown Ben sakalını kaşıdı. ‘’Rüzgarla Savrulanlar taraf mı değiştirdi?’’ Hafiften ilgiliymiş gibi bir tonla sordu.
Tyrion kıkırdadı. ‘’Ve şimdi Puding Surat’ın yerine başımıza Sarhoş Fatih geçti. Kafasını içkiden kaldırıp da komuta verebilirse iyidir.’’
Yunkaili adam cüceye baktı. ‘’Dilini tut seni küçük haşe…’’ Bir anda lafını değiştirdi. ‘’Bu küstah cüce kaçak bir köle. Yezzan zo Qoggaz’a ait bu.’’
‘’Yanılıyorsun. O benim silah arkadaşım. Özgür bir adam ve bir İkinci Oğul. Yezzan’ın kölelerine altın tasmalar takılır.’’ Brown Ben en sevimli gülümsemesini gösterdi. ‘’Küçük zilli altın tasmalar. Hiç zil duyuyor musun? Ben duyamıyorum.’’
‘’Tasmalar çıkartılabilir. Bu cücenin bir an önce cezasını çekmesi için teslim edilmesini istiyorum.’’
‘’Oo çok asabisin. Jorah, sen ne diyorsun?’’
Uzunkılıcını göstererek ‘’Bunu.’’ Dedi. Binici döndüğünde Jorah kılıcı adamın boynuna soktu. Sivri ucu Yunkaili’nin ensesinden çıktı, kızıl ve ıslak. Ağzından kanlı baloncuklar çıktı ve çenesinden aşağı aktı. Herif sallana sallana iki adım atabildi sonra da cyvasse masasının üstüne düştü, ahşap ordu etrafa saçıldı. Birkaç kere daha titredi. Bir eli kuvvetsizce ters dönmüş masayı tırmalarken diğer eliyle Mormont’un kılıcını kavradı. Ancak o zaman herifin öldüğü anlaşıldı. Yağlı siyah gül demeti ve kızıl kanlar yerlere saçıldı. Jorah kılıcını ölü adamın boynundan çıkardı. Kılıcının ucundan kan damladı.
Beyaz cyvasse ejderhası Tyrion’un bacaklarının dibine düştü. Taşı yerden aldı, kıyafetinin koluna sildi fakat güzel oymalarının arasında Yunkaili kanının izleri kaldı, soluk renkli ahşap kırmızı damarları varmış gibi gözüküyordu. ‘’Kraliçemiz Daenerys’e selam olsun.’’ Yaşıyor olabilir belki de ölmüş de olabilir. Kanlı ejderhayı havaya attı, sırıttı. ‘’ Daima Kraliçe’nin adamlarıydık.’’ Diye duyurdu Brown Ben Plumm. ‘’ Yunkaililer’e katılmamız sadece numaraydı.’’
‘’Ve çok zekice bir numaraydı.’’ Tyrion ayağıyla ölü adama dokundu. ‘’Bu zırh uyarsa benimdir.’’